Yavuz’un sandukasını süsleyen kaftan nasıl kirletildi? Dursun Gürlek
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
İyi niyetli, temiz kalpli, okumaya meraklı herkes bilir ki Osmanlı padişahlarının birçoğu, aynı zamanda ilim adamlarına büyük ilgi gösteren, sanatkârları koruyup gözeten, huzur dersleriyle huzur bulan insanlardı. Diğer bir ifadeyle, bu şanlı hükümdarlar sadece kazandıkları zaferlerle değil, güzel sanatlara olan düşkünlükleriyle, kurdukları kütüphanelerle de isimlerini tarihin altın sayfalarına yazdırmışlardı.
Kitap, kütüphane, ulema meclisi deyince aklımıza hemen Fatih Sultan Mehmet ve torunu Yavuz Sultan Selim geliyor. Her iki hükümdarın bu özelliklerini öne çıkaran kitapların büyük bir yekûn tuttuğu, tarihle az çok iştigal eden herkes tarafından bilinmektedir. Tabii ki garazkâr olmayan ecnebi tarihçiler de bu gruba dahildir. Bizde Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Refik Altınay, Ziya Nur Aksun, Sâmiha Ayverdi, Süheyl Ünver gibi kalem erbabının yazıları ve kitapları okunursa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Çerçeveyi daraltıp sadece Yavuz Sultan Selim’i örnek alacak olursak, görürüz ki, karşısında arslanların bile titrediği bu padişah ulemaya büyük hürmet gösteren devlet başkanlarının belki de birinci temsilcisidir. Bunun ispatı da yüz yıllardan beri sandukasının üstünde örtülü olan kaftandır. Bu meşhur kaftan da Osmanlı âlimlerinin zirve isimlerinden Kemalpaşazâde’ye -nâmıdiğer- İbn-i Kemal’e aittir. Malum olduğu üzere, “İttihad-ı İslam”ı hedefleyen Yavuz, Mısır seferinden dönerken Şeyhülislam İbn-i Kemal de yanı başında kendisine refakat etmektedir. Derken, İbn-i Kemal’in atının ayağından sıçrayan bir çamur parçası padişahın kaftanına yapışır. Cihangir Yavuz, tarihe geçen şu cümlesiyle Şeyhülislam’ın hem endişesini giderir hem gönlünü alır, hem de âlime hürmet neymiş bir güzel gösterir: “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için şeref madalyasıdır! Vasiyetim odur ki, ben ölünce de bu kaftanı kabrimin üstüne yerleştiriniz!..”
Geçen gün Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Beştepe’de yaptığı bir konuşmada bu tarihi hadiseyi dünya kamuoyuna bir kere daha hatırlatmış oldu.
Şimdi bu konuyla ilgili olarak az bilinen veya hiç bilinmeyen ama bugün hayatta olmayan bir tarihçiden bazı nakillerde bulunacağım. Bu tarihçimiz 16 Temmuz 1969 tarihinde 27 yaşında vefat eden Ahmet Ersin Yücel -nâmıdiğer- Zaptiye Ahmed’dir. Zaptiyemiz, çocuk denecek yaştan beri notlarını Osmanlıca tutmaya başlamıştı. Osmanlı Türkçesiyle yazılan en zor kitabeleri bile gürül gürül okuyordu. O, sanki çağdaş Hoca Sâdeddin ve Naima idi.
Bu sözlerimizin mübalağa olmadığını, Bayezid Camii’ndeki cenaze merasimi, mahşeri kalabalık ve katılan önemli isimler açıkça gösterir. Öğle namazını takiben Bayezid Cami-i Şerifi Başimamı Abdurrahman Gürses’in kıldırdığı cenaze namazına büyük bir kalabalığın yanı sıra Milliyetçiler Derneği, Adalet Partisi Gençlik Kolları, Milliyetçi Hareket Partisi Gençlik Kolları, Ülkü Ocakları ve Prof. Dr. Necmeddin Erbakan da katıldı. Ayrıca ilim dünyasından Prof. Dr. Selçuk Özçelik, Doç. Salih Tuğ, Muallim Mahir İz, İstanbul Müftüsü Fikri Yavuz, gazeteci Ahmet Kabaklı ve Emin Saraç Hoca gibi isimler de iştirak etti.
İşte bu Ahmet Ersin Yücel, Namık Kemal’in Yavuz Sultan Selim’le ilgili kitabını, ilave ettiği mukaddime ve birçok haşiye ile son derece zenginleştirdi. Merhum, Mukaddimesine Yahya Kemal’in, “Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyüp ecel / Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedi” beytiyle ve şu cümlelerle başlıyor:
“Kitabın müellifi Namık Kemal’in dediği gibi, ‘Şu devlet-i muazzama-i Osmaniye’nin en büyük adamı Sultan Selim’dir.’
Halife padişah Sultan Selim’in yaptığı işler büyük olduğu kadar manevi dünyası da o nisbette büyüktü. Hatta diyebiliriz ki manevi dünyası, o muazzamat-ı umur sayılan işlerle kıyas edilse, ruhi âleminin vüs’ati (genişliği) bizleri hayretlere gark edecek derecededir. Zaten bu muvakkat dünyadaki hareketlerin nâzımı da o âlem değil midir? Bizi hayrete düşürür dedik. Çünkü bazı nadir yaratılışlarda bu âlem o kadar derin ve o kadar bizim gibi insanlar tarafından ihata edilemeyecek derecede yüksektir ki, vâlih ü hayran temâşâ etmemek imkânsızdır. İşte o âlemden fışkıran ve taşan Farsça beyitlerinden biri anlam itibariyle şöyledir:
‘İki cihan muradı, dünyada ve ukbada saadetle yaşamak, herkesin arzusu ve isteğidir.
Fakat Selim iki cihandan da dünyadan da ukbadan da sıkılmıştır’
Bu ulvi ruhun sahibi, onu rıza-yı ilahiyi istihsal edecek işlerden başka bir şeyle meşgul etmemiş, yaratılışın hikmetine muvafık olarak yaşamaya çalışmış, yaşamış bir zattı. Nâil olduğu büyük zaferler böyle bir şahsı elbette gurura sevk edemezdi. Nitekim kendisi de bunu yine Farsça kaleme aldığı beyitlerden birinde mealen şöyle güzel ifade ediyor:
‘Kara gönüllü düşman, benim askerlerimin zaferlere ulaşmasının, sırf Allah’ın yardımından başka bir şey olmadığını ne bilsin?’”
Merhum ve mağfur Ahmed Ersin Yücel’in çok sayıdaki ilavesinin sonuncusu da bu cihangir padişahın hocası (lâlâsı) ile ilgili olup şöyledir:
“Kemalpaşazâde Ahmed Çelebi, dünyada Türk asrının ve Türk milletinin de altın çağı olan 16. asırda yetişmiş büyük İslam âlimlerinden biridir. İslam ilimlerinin her birinde yed-i tûlâ sahibi idi. Sultan Selim hazretleriyle beraber Mısır seferine iştirak etmiştir. Mısır seferinden avdeti esnasında Padişahla beraber giderken Ahmet Çelebi’nin atının ayağından sıçrayan çamurun Sultan Selim’in kaftanını kirletmesi üzerine, Padişah’ın ‘Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur bile bizim için şereftir. Bu kaftan sandukamın üstüne örtülsün’ dediği meşhurdur. Hakikaten Padişahın emri yerine getirilmiş ve mezkûr kaftan asırlarca Selim Han’ın sandukasını süslemiştir. Fakat ne yazık ki türbelerin kapatılmasına dair çıkan kânunla, bütün atalarımızın, velilerimizin, büyük ve şanlı kumandanlarımızın ve âlimlerimizin türbeleriyle beraber halen şu üzerinde oturduğumuz toprakları fetheden ve yirmi beş milyon kilometre karelik bir arazide altı asır devam eden bir cihan imparatorluğu kuran ulu ve mübarek Padişahlarımızın türbeleri de kapatılmış, senelerce ihmal edilerek kasten birer harabe ve virane olmaları istenmişti. Sonradan tarihi kıymeti haiz (!) bazı türbeler tekrar açılırken Selim Han’ın türbesi de açılmıştı. Türbenin açılışında bulunan Sultan Selim Camii vazifelilerinden bir zattan aynen şu cümleleri dinlemiştim: ‘Hünkârın türbe kapısını zorla açabildik. Kapı açıldığı zaman kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Çünkü gördüğüm manzara karşısında ağlamaktan başka elimden ne gelirdi ki. Mübarek sandukaları yarı yerine kadar güvercin pisliği ile doluydu. Sandukanın üstündeki meşhur çamurlu kaftan çürümüş, lime lime olmuştu?
Kemalpaşazâde, Sultan Selim’in vefatı için de şu tarihi düşürmüştü:
Rûhunu Sultan Selim’in yâ Allah
Gark-ı rahmet kıl bi-hakkı Fâtiha
Kim vefâtına ânın târihdir
Ehl-i iman rûhu için Fâtiha”
Siz hâlâ Yavuz’un türbesini ziyaret etmediniz mi?
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:35
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 09 Kasım 2025 04:07 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















