“O gün” geldiğinde: Bir anahtarın ağırlığı Ersin Çelik
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, Ankara24.com bilgi veriyor.
Bazen bir görüntü, binlerce sayfalık rapordan, diplomatik metinlerden ve siyasi açıklamalardan daha net anlatır meseleleri. O birkaç saniye, ağır bir yük gibi gelir oturur yüreğinize. Suriye... Yanı başımızdaki yangındı. Yıllardır konuştuk, stratejiler üretildi, “sınır güvenliği” denildi, “göç dalgası” önlemleri alındı. İstatistikler tutuldu, verilerin sosyolojik sonuçları tartışıldı.
Ama o “dalganın” içindeki insanı, o istatistiğin satır aralarındaki “kalbi” ne kadar görebildik?
Geçtiğimiz günlerde TRT 1’de yayınlanan, genç yönetmen Emre Karapınar’ın
“O Gün Geldiğinde”
belgeselini izlerken boğazımda bir düğümle kaldım. Emre, kamerasını bombardımanın en sıcak saatlerinde İdlip’ten kaçanların yüzüne çevirmişti. O görüntülerde sadece korku yoktu.
Bir daha dönüp dönemeyeceğini bilemediği evinin kapısını kilitleyen babaların, eşiğin dibine çöken çaresizliği vardı.
Belgesel, 2019 yılında İdlip’teki o korkunç sıkışmışlıkla başlıyor. Rejim uçakları tepede, şehre ölüm yağıyor. İnsanlar, dişleriyle tırnaklarıyla yaptıkları evlerini, “ömrümü verdim” dedikleri yuvalarını geride bırakıp sınıra, yani bilinmez bir yola yürüyorlar. Fakat giderken kapılarını kilitliyorlar, anahtarı ceplerine koyuyorlar.
O anahtar... Sadece metal bir parça değil. Bir gün geri dönme umudunun, “burası benim” demenin, toprağa tutunmanın mührü.
Kendinden, eşinden, çocuklardan başka yanına alabildiğin, elde kalan tek tutunacak dal, işte o anahtar.
Hatırlayalım ve yüzleşelim: Biz buralarda “Suriyeliler de çok oldu” cümlelerini hoyratça kurarken, o insanların o gecelerden birinde evlerimden çıkarken duvarlara nasıl dokunduğunu, çocuklarının oyuncaklarını nasıl geride bıraktığını düşünemedik belki de.
Konforlu koltuklarımızdan ahkam keserken, bir babanın evladını bombardımandan korumak için verdiği o “gitmek mi kalmak mı” sınavının ağırlığını tartamadık.
Belgesel, izleyicisini geride kalan yılların isimsiz kahramanlarından biriyle tanıştırıyor:
Sabah Hemşire
. Kendisi kanser hastası. Canı burnunda. Ama o, İdlip’in o soğuk, o yokluk dolu günlerinde, tek odalı derme çatma sağlık ocaklarında yeni doğan bebekleri hayata tutundurmaya çalışıyor. “Tedavi için Türkiye’de kalabilirsin” denilmesine rağmen,
“Çocuklar beni bekler” deyip dönüyor savaşın ortasına.
Sabah Abla’nın tek bir hayali var: Halep. O kadim şehrin kokusunu içine çekmek... Yıkıntılar arasında kalsa da doğduğu sokağı, 40 yıl emek verdiği evini görmek.
“O gün geldiğinde gideceğim”
diyor.
Diyeceksiniz ki;
“Devrim oldu, savaş bitti, Esed kaybetti, Suriye halkı kazandı. Bunları neden şimdi konuşuyoruz?”
Tam da bunun için konuşmalıyız. Çünkü “zafer” dediğimiz şey sadece askeri bir başarı değil, bir halkın geçmişine kavuşmasıdır. Belgeselin bu günleri de var. Emre Karapınar, aradan geçen yıllardan sonra, yani “O gün” geldiğinde o Suriye’ye tekrar gitmiş. Rejimin ölümcül baskısının kırıldığı, insanların akın akın evlerine dönmeye başladığı o anları kayda almış.
Belgeseldeki verilere göre, bir yıl içinde sadece Türkiye’den yarım milyon insan ülkesine, evine dönmüş.
Ceplerinde sakladıkları o paslı anahtarları çıkarıp, kapıları açmışlar.
Yıkık dökük duvarlar, ot bürümüş bahçeler... Ama “ev” işte.
Belgeselin en çarpıcı detayı ise
Sednaya Hapishanesi
... İsmini duyduğumuzda bile ürperdiğimiz, Esed rejiminin insan mezbahası. Duvarlarında kan izleri, betonlara kazınmış isimler... O karanlık dehlizlerin boşalmış, izlerinin açığa çıkmış olması,
zulmün ilelebet sürmeyeceğinin en büyük kanıtı.
Hikayenin sonu ise hem acı hem de mağrur. Sabah Hemşire... O fedakar kadın, yıllarca özlemini çektiği Halep’i görmüş. O sokaklarda özgürce dolaşmış, havasını solumuş.
Sanki bu anı beklemişçesine, vuslata erdikten kısa bir süre sonra da ruhunu teslim etmiş.
Sabah Abla, gözü açık gitmedi. Halep’in kokusunu alarak gitti. Ama bize, geride kalanlara çok büyük bir ders bıraktı. Suriye sadece emperyalistlerin ele geçirmeye çalıştığı bir sınır komşusu, bir güvenlik koridoru değil.
Suriye, cebindeki anahtarı “namusu” gibi saklayan babaların ve son nefesine kadar çocukları yaşatmaya çalışan Sabah Ablaların memleketi.
Emre Karapınar’ı, yol arkadaşı Abdullah Kibritçi ile kotardıkları, bu tarihe not düşen, “tanıklık” eden çalışma için tebrik ediyorum. Unutmamak ve unutturmamak için bu şahitliklere ihtiyacımız var. İzlemek isteyenler YouTube’dan açabilirler. Süresi 52 dakika ancak hissederek izleyenlere yıllara bedel anlamlar katacağını söyleyebilirim.

Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:55
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 19 Aralık 2025 04:04 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















