MTO ve Fâtiha: Yeni bir başlangıç Yusuf Kaplan
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
Çıkılan bir yolculuğun Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olması, insanların yoldan çıkmasının ve yolculuğun istikamet üzere kemâl mertebelerini tırmanmasının önünü açar sonuna kadar.
MTO Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov kardeşim, MTO’yla çıktığımız yolculuğun Kur’ânî ve Nebevî temellerini belirginleştiriyor. İslâmî köklerden beslenen çağdaş Türk tefekkürüne ve eğitim felsefesine çığır açıcı bir katkıda bulunuyor.
MTO VE FATİHA: YENİ BİR BAŞLANGIÇ
Yazıya bu başlığı seçmemin sebebi, Yusuf Kaplan Hocamızın şu sözüyle ilgilidir:
“Tarihin kırılma anları, yeniden kurulma zamanlarıdır.”
Her “kurulma”, yeni bir başlangıcı ifade eder.
Ancak başlangıç, “sil baştan” demek değildir.
Başlangıç, kökleri yeniden ihya ederek, diriltilen kökleri göklere doğru inşa etmek anlamına gelir.
Peki bu “ihya” ve “inşa” nasıl gerçekleşir?
İhya olmadan inşa mümkün müdür?
Yahut yalnızca ihya etmek yeterli midir?
Bu soruların cevabı, yeni bir düşünce perspektifinden yola çıkmakla bulunabilir.
Son iki-üç asırdır bizler, bize ait olmayan zihin toprakları üzerinde yaşadık.
Bugün o zemin çatırdıyor.
Bu çatırdama, bir kırılmanın ayak sesidir.
Kırılmanın ardından ise kaçınılmaz olarak bir “kurulma” dönemi gelecektir.Ancak bu kurulma, bizim yeniden “biz” olarak sahneye çıkmamızla mümkün olacaktır.
DÜNYA BİZE GEBE, BİZ HAKİKATE…
İşte MTO tam bu noktada devreye giriyor:
“Dünya bize gebe, biz ise hakikate...”
Burada hedeflenen, modern zihniyetin kibrine kapılmış bir “biz” değil; hakikatten süt emen, melekûtî âlemle yaşayan, tevazudan doğan gerçek bir “biz”dir.
Modern zamanların “kırılma” dediğimiz dönemi, aslında kibrin ve “ben”liğin yükseldiği dönemdir.
Kurulma ise mücadelenin, yeniden doğuşun dönemidir.
Eğer bu süreç “sahte güç” yanılgısıyla devam ederse, ortada bir “biz” kalmayacak; dijital buharlaşmanın içinde yok olup gideceğiz.
Oysa yeniden kurulma; Yusuf Hoca’dan beslenerek söylemem gerekirse, köklerle “ribat”, köklerden göklere “irtibat”, ve göklerden âleme yayılan “rabıta” ile mümkündür
Bugün Yusuf Hoca’nın kışkırtıcı tarifiyle, “akıl çarmıha gerilmiş” durumda; duygularımız ise tasavvufun sahte bir versiyonu üzerinden işgale uğruyor.
Pozitivizmin kuşatıcı gücü bize sahte kimlikler vererek, bizi katı bir dünyaya doğru eğitiyor.
GÜNÜ KURTARMA ÇABASI DEĞİL, GELECEĞİ KURMA YOLCULUĞU
Maalesef “Müslümanca düşünme melekeleri”nin kaybolduğu bu çağda, Müslüman toplumlar bu yönlendirilmenin farkında bile değildir.
Kısa vadede faydalı görünen birçok şey, uzun vadede zararı gizleyen birer perdedir.
Üstelik bu perdeler, İslâmî motiflerle süslenerek sunuluyor.
Günü kurtarma adına yapılan bu tür girişimler, ilk bakışta iyimser görünse de aslında kolaycılığın sonucudur. Ve geleceği de yıkıyor uzun vadede...
Oysa MTO, günü kurtarmak için değil, geleceği kurma adına yeni bir başlangıç yapmak için ortaya çıkmıştır.
Kırılma döneminde, yeniden kurulma için bir fırsat vardır.
Ve MTO bu anlamda son derece önemli bir konumdadır.
Bu bir başlangıçtır; Tıpkı tarihin kırılma döneminde Gazzâlî’nin öncülüğünde yeniden kurulan Nizamiye Medreseleri gibi.
Nizamiye, Selçuklu temeli üzerine inşa edildi, ancak günü kurtarmadı; aksine Osmanlı gibi bir medeniyetin doğmasına zemin hazırladı.
Nizamiye sıfırdan başlamadı; köklerden yola çıktı, göklere doğru yükseldi ve Osmanlı’yı doğurdu.
Buradaki incelik şudur:
Nizamiye, Selçuklu’yla birlikte yıkılmadı.
Tam tersine, Osmanlı’nın ana damarını oluşturdu.
Çünkü Nizamiye günü kurtarmadı; geleceği kurdu.
Hangi temelle?
Köklerle (Mekke–Medine) bağ kurarak, Bağdat’ın hikmet damarını göklere, yani İstanbul’a taşıyarak...
Dolayısıyla Osmanlı, kopuk, köksüz ve militarist bir devlet değil, bir medeniyet serüveninin olgun meyvesidir.
Ona “Balkan devleti” diyenler veya “Anadolu’ya yatırım yapmadı” iddiasında bulunanlar, modern zihniyetin çarpıklığından kurtulamamış kimselerdir.
Bütüncül bir bakışla baksalardı, Osmanlı’yı Selçuklu’nun devamı olarak görürlerdi — hem de İslâm medeniyetinin zirvesi olarak.
İşte bu noktada Nizamiye Medreseleri, kökleri göklerle buluşturan bir okul değil, bir ekol olarak karşımıza çıkıyor.
Ve Medeniyet Tasavvuru Okulu —Yusuf Kaplan Hocamızın ifadesiyle— tam da bu noktadan hareket eder.
NEDEN “DİJİTAL NİZAMİYE”?
İzi sürülmesi gereken soru şu burada: Neden “Dijital Nizamiye”?
Çünkü Medeniyet Tasavvuru Okulu, “neyi bilmeliyiz” değil, “nasıl bilmeliyiz” sorusunu merkeze alır.
Bu soru, modernitenin parçaladığı “vahdet” fikrinin yerini alan dijitalizmin buharlaştırdığı hakikat zeminini yeniden kurma çabasıdır.
Bilmek sadece “neyi” değil, “nasıl” bilmekle ilgilidir.
Yani hangi “zihin”, hangi “zemin” üzerinde inşa edilecektir?
Bu bir zihin ve zihniyet devrimidir:
Epistemik bilgi değil, ontolojik bilgelik.
MTO, düşünme melekelerini yeniden hakikate ayarlı bir zeminde inşa etmeyi hedefler.
Bu bir ihya, bir inşa ve bir diriliş hareketidir.
MTO’nun farkı da tam buradadır.
Kırılmanın ortasında, kurulmanın zorunlu olduğu bu kısa zaman diliminde bize üç kelime bırakır:
ŞİKÂYET ETME, BİR HİKÂYE İNŞA ET!
“Mesele, mesuliyet ve sual”.
Ve o sual şudur:
“Sen kimsin?”
Bu soruya gelene kadar insan hep dışarıyı sorgular:
Hayatı, başkalarını, düzeni…
Bu sorgulama zamanla rutine dönüşür ve sadece “şikâyet” üretir.
Şikâyet eden zihin, “dinamit” bir zihindir — hem kendini hem toplumu yok eder.
Kendini sorgulayan insan ise “enfüsî” boyuta geçer.
Bu zihin, iç dünyasından dış âleme doğru afakî bir yolculuğa çıkar.
Bu zihin “dinamik”tir; şikâyeti teşhise, teşhisi ise “hikâye”ye dönüştürür.
Bu nedenle Yusuf Kaplan Hocamız şöyle der:
“Şikâyet etme, bir hikâye inşa et.”
Hikâye, insanın kendi bilincine ulaşmasıyla başlar.
Her bilgi sahibi hikâye kuramaz.
Bilge insan, bil’me aşamasında kalmaz; bul’ma aşamasına geçer ve “ol”arak kendi kavram köklerinden hikâyesini yazar.
“Köklere inemezseniz, göklere yükselemezsiniz.”
Şikâyet eden zihin köklere inemez.
Yalnızca bil’en kişi de gökleri anlatamaz.
BİL’ME, BUL’MA VE OL’MA YOLCULUĞU…
“Gökler”i bil’mek yetmez;
göklerde ol’mak gerekir.
Ve bunun yolu, “kökler”le bul’uşmaktan geçer.
İşte “Dijital Nizamiye” kavramı da bu zeminde ortaya çıkar.
Bu sadece dijital araçlarla eğitim vermek değildir;
dijitalizmin vahdet bilincini yok ettiği bir çağda, bozulan fıtratı yeniden fıtratla buluşturma fırsatıdır.
Bunun için Kâmil İnsan modeli esas alınmalıdır.
Çünkü bir medeniyet, salt bilgiyle değil;
melekûtî âlemden beslenen olgun kalplerle inşa edilir.
Gazzâlî, İbn Arabî ve Mevlânâ…
Üç büyük deha…
İlk medeniyet krizinde ilim–irfan–hikmet temellerinde yeni bir medeniyet inşa ettiler.
Ama bunu yaparken taklit etmediler, tahkik ettiler.
Her biri, bilgiden yola çıkmak yerine kendi hakikatiyle buluştu.
Gazzâlî ilmin sistemini kurdu;
İbn Arabî bu ilmin irfan boyutunu “İnsan-ı Kâmil” merkezinde açtı;
Mevlânâ ise bu dili kalplerle buluşturan hikmet kapısını araladı.
İbn Arabî’nin şu sözü bu serüveni özetler:
“Keşfi olmayanın ilmi yoktur.”
Bu, “bilme–bulma–olma” yolculuğunun tarih boyunca yankılanan bir ifadesidir.
MTO da işte böyle bir yolun kapısını aralar:
Yeni bir dil, yeni bir zihin, yeni bir inşa…
Bunun yolu ise zihnin dağınıklıklardan, “ıvır zıvır”dan arınmasıdır.
Bu yüzden diyebiliriz ki: MTO bir başlangıçtır.
Ve tam da burada, MTO, kapıları ve ufukları açan bir Fâtiha’dır diyebiliriz...
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:50
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 27 Ekim 2025 04:05 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















