Kurumsal yozlaşmanın hikâyesi Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Erdem Dönmez
Tarih, büyük kırılmalarla şekillenir. Savaşlar, iktidar mücadeleleri, antlaşmalar, fermanlar, rejim değişiklileri gibi hadiseler tarih yazıcılığında dönüm noktaları olarak belirlense de hayatın olağan akışı söz konusu kırılmalardan farklı seyirde ilerler. Dolayısıyla tarihi anlatılar, hayatın gerçek yüzünü yansıtmak bakımından yetersiz kalır. Burada ortaya çıkan boşluğu edebiyat; özellikle roman, hikâye, tiyatro gibi kurmaca türler tamamlar. Roman, geniş çatışma alanı ve sınırsızlığıyla tarihsel anlatılar gibi daha büyük sorumluluklar yüklenebilirken doğası gereği sakinlikten beslenen hikâye, hayatın kılcal damarlarındaki detayları gün yüzüne çıkarmaya daha müsait bir yapıya sahiptir. Bu çerçevede tarih sahnesinde gerçekleşen kırılmalardan farklı şekilde gündelik hayatın akışına dair ayrıntıları hikâye türünün çatışmasızlığında görmek mümkündür.
BÜROKRASİNİN DOĞUŞU
Türk modernleşmesi; siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel sahalarda birbirini tetikleyen pek çok yenileşmenin genel tanımını ihtiva eder. Tarihsel olarak 18. yüzyıla kadar geri götürülebilen Türk modernleşmesi, 19. yüzyılın ortalarında devletin resmî politikası olarak benimsenirken 20. yüzyılın başında demokratikleşme hareketine, aynı yüzyılın ilk çeyreğinde ise yeni bir rejime yol açar. Görüldüğü gibi bir asrı aşkın tarihsel süreç, siyasi olarak pek çok yeniliği beraberinde getirir. Söz konusu süreci Tanzimat Fermanı’ndan itibaren devletle vatandaş arasındaki ilişkiyi düzenleme faaliyeti şeklinde değerlendirmek de mümkündür. Öte yandan Türk modernleşmesi demokratikleşme tarihi olarak okunabilir. Bu da aynı zamanda bürokratikleşme süreci anlamına gelir. Bürokrasi, en genel tanımıyla devletle vatandaş arasındaki ilişkiyi ifade eder. İnsan, topluluk içerisinde yaşarken birtakım kurallar geliştirir. Bu kurallar küçük çaplı toplumlarda sözlü geleneğe ve ahlaki ilkelere bağlı kalırken toplum kendi kendisini denetleyen bir mekanizmaya sahip olur. Demokrasi öncesi toplumlarda ise devletin başı kanunun kendisidir. Toplumun büyümesi ve demokratikleşmesi, kuralların yazılı kanunlara dayanmasını zorunlu kılar. Artık iç denetimden ziyade devletin kurumsal denetimi söz konusu olur. Fakat devletin kanunlarını uygulayacak olanlar yine insanlardır. Denilebilir ki tarihsel bakımdan değişim süreci içerisinde olan toplumların içine düştüğü sancı, ilk olarak yöneten-yönetilen ilişkisi ekseninde varlığını gösterir. Nitekim Türk modernleşmesinin miladı olarak değerlendirilen Tanzimat Fermanı da devlet ile tebaası arasındaki ilişkileri düzenlemeyi hedefleyen hukuksal bir metindir.
EDEBİYATIN İŞLEVİ
Türk edebiyatı, dil estetiğine dair meselelerin ötesinde öncelikle sosyal, siyasal çatışmalardan beslenerek modernleşmiştir. Bu anlamda yenileşme süreci ile alakalı her türlü sorun edebiyatın gündemine yerleşir. Devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin yeni şekli de söz konusu sorunların başında gelir. Devlet, her ne kadar yönetim bakımından demokrasiye doğru evrilse de bu niyet uygulamada karşılık bulamaz. Çünkü demokrasinin uygulayıcısı olması gereken memur ve bürokratlar kurumsal yozlaşmanın temsilcisi olur. Devlet ve vatandaş arasındaki bu sorunlu ilişki modern Türk hikâyesinin en esaslı meselelerinden biri haline gelir. Hikâye, hayattan yakaladığı kesitler üzerine şekillendiğinden kurumsal yozlaşmanın en etkili örnekleri de bu türde varlık gösterir. M. Fatih Kanter de 1870-1950 arasındaki Türk hikâyesine bu nazariyeden yaklaşarak, tarihsel bakımdan pek çok kırılmaya sahne olan yetmiş yıllık geniş bir zaman dilimini kurumsal yozlaşma bağlamında değerlendirir. Devlet kurumlarındaki şekilcilik, tembellik, yönetim ve denetim boşluğu, keyfilik, adaletsizlik, liyakatsizlik, adam kayırma, rüşvet, kırtasiyecilik, dalkavukluk ve nepotizm gibi sorunlara odaklanan Kanter, modernleşmenin gündelik hayatta, detayda kalan problemlerini hikâye türünün imkânlarını dikkate alarak değerlendirir. Devlet, her ne kadar kanun ve nizama dayanarak vatandaşıyla arasındaki gerilimi gidermeye çalışsa da 1870-1950 arasındaki hikâyelerde görüldüğü üzere aracı konumda olan memur ve bürokratlar bu ilişkiyi daha da çıkmaza sürükler. Bir taraftan görevlerini kötüye kullanan, kişisel ikballerini devlet menfaatinin önüne koyan memurların Türk hikâyesindeki işlenişi gözler önüne serilirken diğer taraftan devlet kurumları arasındaki irtibatsızlık da hikâyeler üzerinden örneklenir. Çalışma, geniş bir zaman aralığında kurumsal yozlaşmanın farklı şekillerini ortaya koyar. Buna göre bir Tanzimat metninin ardından 1940’lı yıllara ait bir Cumhuriyet dönemi hikâyesinden örnekle karşılaşmak mümkündür. Böylece tarihsel bakımdan büyük kırılmalar ifade eden dönemlerin gündelik hayatta pek de farklılık arz etmediği, temelde modernleşme krizine dayanan problemlerin kendi içerisinde bir süreklilik çizgisine sahip olduğu anlaşılır. Bu bağlamda kurmaca edebiyatın, özellikle de hikâyenin ayrıntıda kalan gerçeklerle alternatif bir tarih okumasına imkân sağladığından söz edilebilir. Çalışmada kurumsal yozlaşmayı mesele edinen hikâyelerin pek çoğunun ironik bir dili öne çıkardığı da vurgulanır. Ayrıca kitapta seçilen örneklerdeki Memduh Şevket yoğunluğu, muharririn bürokratlığıyla hikâyeciliğinin buluştuğu zemine de işaret eder.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:46
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 15 Ekim 2025 04:03 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















