Sürecin sonunda Türkler kadar yine Kürtler zarar görecek Sözcü Gazetesi
Sozcu kaynağından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com açıklama yapıyor.
İYİ Parti ve DEM Parti arasında epey tartışmalı geçen haftanın ardından İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’yla konuştum. Dervişoğlu, “Asıl milli hassasiyet tacirliği, 50 bin insanımızın kanına giren birine ‘kurucu önder’ diyerek zihinleri zehirleyenlerdir” dedi.
PKK elebaşı Duran Kalkan, açılımın mimarı Devlet Bahçeli’ye “1 yıl geçti, sözleri yerine getirilmedi. Kurucu önder sözüyle bizi kandıracağını sanıyor” diye seslendi. Diğer yandan Pervin Buldan, yanlış anlaşıldığını iddia etse de iktidara muhalif medyayı işaret etti, ardından DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan ‘haddinizi bilin’ dedi. Bunları bundan bir yıl önce duymamız mümkün değildi. Biz tam olarak ne yaşıyoruz?
Devleti terör örgütü ile muhatap hale getirirseniz olacağı budur. İlk günden beri söylüyorum. Bu meseleleri çözmek için yapılabilecek işler kadar asla yapılmaması gerekenler de var. Cumhur ittifakı işe yine yanlışla başladı. Yani asla yapmaması gerekenlerle başladı. Adını, kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde “Terörsüz Türkiye” koydular, gidip terör örgütünü muhatap aldılar.
‘TERÖRSÜZ TÜRKİYE’ BİR SEÇİM SLOGANI
Hedef ne?
Bu adımı anayasa değişikliği için ihtiyaç duydukları DEM desteği için attılar. İddia ile söylüyorum, “Terörsüz Türkiye” sözü bir seçim sloganı. Niyetleri, Sayın Erdoğan’ın yeniden adaylığını tahkim edecek adımları attıktan sonra çöpe atmak. Ve bu sürecin sonunda Türkler kadar yine Kürtler de zarar görecek. Ama oraya kadar bile yaşayamayacak. Sorumsuzca yürütülen süreç hem devletin itibarını zedeledi hem de muhatap kıldığınız terör örgütünü ve sempatizanlarını şımarttı. Uyardık, dinletemedik. Bakın Cumhur koalisyonuna sorduğunuzda “Öcalan serbest kalmayacak” diyorlar. Ama Türkiye’nin dört bir yanında “Öcalan’a özgürlük” yürüyüşleri yapılıyor. Polisimize askerimize megafonlarla “Düşman” deniliyor. Sonuçta bugün “Ne istersek vereceksiniz” şımarıklığı yaşanıyor. Bu mesele Cumhuriyetimize, üniter yapımıza, milli birliğimize her tür taarruzun yapıldığı, milletimizin değerlerine hakaretler edilen bir noktaya geldi. Dün bu yürüyüşlerle ilgili Cumhur koalisyonundan şikâyetler yükseldi. “Süreç sabote ediliyormuş, bu ne cüretmiş” falan diye. Şımarttılar şimdi de şikâyet ediyorlar. Bunu yapacakları belliydi. Bunu göremeyenler bu sorunu çözebilir mi? Buradaki asıl mesele ne biliyor musunuz?
Siz söyleyin lütfen.
PKK ve teröristbaşı bütün Kürtlerin temsilcisiymiş gibi davranıyorlar. Niyetleri budur, değildir bilmem. Ama attıkları adım bu algıya sebep oluyor. İşte bu, üniter yapımıza döşenen çok tehlikeli bir mayındır. Türkiye 50 yıla yakın zamandır terörle mücadele ediyor. Bu mücadelenin kahramanlarının hepsinin ana dili Türkçe değil. Ana dili Kürtçe olan milyonlarca vatandaşımız da PKK ile mücadele etti, ediyor. Devletine, ülkesine bağlı aşiretler, güvenlik korucuları, gençlerimiz bu mücadelede bedeller ödediler. Bu ihanet süreci PKK’yı ve onun elebaşını tüm Kürtlerin temsilcisi konumuna oturtuyor. En hayati yanlış budur. Bunu söylerken, PKK’ya karşı duran milyonlarca Kürt’ün hak ve hukukunu da korumaya çalışıyorum.
- Grup toplantısında yaptığınız konuşmanın ardından, sizi de etiketleyerek Ayşegül Doğan şöyle yazdı: Siz milli hassasiyet tacirlerisiniz. Kan, savaş, ölüm sizin pusulanız. Savaştan beslenen zavallılarsınız. Barışın mümkün olduğunu gören korkaklarsınız.” Ne cevap verirsiniz?
Bu meseleyi kişiler ve demeçleri üzerinden konuşmam. Ancak şunu söyleyeyim, asıl milli hassasiyet tacirliği, bu sürecin adını “Terörsüz Türkiye” koyarak teröriste teslim olan Cumhur koalisyonunun yaptığıdır. 50 bin insanımızın kanına giren birine “kurucu önder” diyerek zihinleri zehirleyenlerdir. Meclis’te ya da başka yerde, milletimiz adına gerçekleri haykıran İYİ Parti’nin sesini kısmaya kalktıkları zaman görecekleri karşılık bellidir. Onu hatırlattık. Canları yandı. İşin traji-komik yanı şu; Elinde silah, bomba, kan olanlar, yıllardır o kanlı elleri savunanlar, şimdi “barış güvercini” pozunda. Terörün adını savaş koyup, yıllardır akıttıkları kandan utanmayan, kana doymayanlar, tövbe bile etmeden, itiraz eden ve bu işin mağduru milletimizin her bir ferdini kandan beslenmekle itham ediyor. Akan kanı, kanı akıtandan değil, kanı akandan durdurmasını bekliyorlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Biz bu ülkede tek bir kişinin burnu kanamasın istiyoruz. Karşı çıkışımız bu yüzdendir. Kanlı geçmişlerini, barışın sebebi sayacak kadar şuursuz olanlarla ne ruhen ne de mantıken buluşmamız mümkün değildir. Biz Türk-Kürt diye ayırmayan, kardeşlik diyenleriz. Dolayısıyla aynı pencereden bakmamız da mümkün değil.
Bu sürecin sonunu nasıl görüyorsunuz?
İlk düğmenin yine yanlış iliklendiği bu sürecin yürümeyeceğini görüyorum. Hem milletimizin feraseti hem parlamentoda iktidar bloğundaki birçok arkadaşımızın hem de devlet aklının bu işe razı olmadığını görüyorum. Bin yıllık kardeşliğimiz, aklıselim Türkler kadar, bu mücadelede milyonlarca Kürt kardeşimizin karşı duruşu da en önemli güçtür. Türkiye’nin eşine az rastlanır terörle mücadelesi sadece silahlarla yapılmadı. Bu uğurda ortak geçmiş, kader birliği ve hakikat en önemli birleştirici oldu. Bu maya, bu harç bu rezaleti daha fazla taşımaz. Ne zamanki terörist silahını bırakır, ülkemizin ve milletimizin birliğinde, ortak geleceğinde buluşur, bu iş o zaman konuşulur hale gelir ve halledilir.
TERÖR ÖRGÜTÜ HİÇBİR HEDEFİNDEN VAZGEÇMEDİ
Bugün terör örgütünün hedeflerinden vazgeçtiğini görüyor musunuz?
Bu terör bazı hedefler için yaşatıldı. Bugün, Suriye’nin kuzeyindeki yapıyı görüyorsunuz. Cumhur ittifakının paydaşları ara ara, “PYD-YPG de silah bıraksın” derken, oralı olmayan şımarıklıktan bahsediyorum. Bugün hala ellerinde silah olduğunu görüyorsunuz. Mangalda birkaç tüfek yakarak yaptıkları şov, hakikati gizleyemedi, gizleyemez. Terör örgütü ve sözcüleri bu sürece bir çözüm gibi bakmıyor, bir zafer gibi bakıyor. Lozan Antlaşması’nı hedef almaları bu yüzdendir. Şımarıklıkları da bundandır. Bizim bu şımarıklıklarla kaybedecek vaktimiz yok. Son günlerde iktidar bloğunda da benzer şımarıklıklar görüyoruz. Son olarak Meclis Başkanı’nın yaptığı da aynıdır. Meclis Başkanı herhangi bir faaliyetinde istediği dilden mesaj verebilir. Bu kişisel tercihidir. Ancak bunu kamusal alan olan TBMM’nin resmi internet sayfasından paylaşamaz. Çünkü Anayasamızın 3. Maddesi açıktır ve “Devletin resmi dili Türkçe’dir” der. Meclis Başkanı o hareketi ile anayasa suçu işlemiştir. Bizim hiçbir vatandaşımızın anadili ile bir sorunumuz yok ve olamaz da. Ancak, toplumsal sözleşmemiz olan Anayasamızın, üstelik “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerinin çiğnenmesine sessiz kalamayız.
Bunu toplumsal sözleşmenin çözülmesi olarak mı görüyorsunuz?
E tabii. Burada iş, o sözleşmeyi korumaya namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş Sayın Cumhurbaşkanı’na düşmektedir. O ki tüm yetkileri eline almıştır, asıl kullanması gereken yer de burasıdır.
Kutu
Pudra şekeri kuşağı hayatını yaşarken, geleceğinin hesabını sorma hakkını kullanan gençler içeride
- Onlarca suça karışan Ünsal Ban, elini kolunu sallayarak kaçtı. Ancak uzun zamandır gazeteciler, belediye başkanları kaçma şüphesiyle içeride. Yapılan tüm muhalefete karşın iktidarın hiç geri adım atmamasını neye bağlıyorsunuz?
Hayatın her alanında olduğu gibi, adaletteki eşitsizliğe bağlıyorum. İktidar ve iktidara yakın olan elitler anayasadan yasalardan muaf. Her tür yolsuzluk, suç onlara mübah. Onlardan değilseniz, gözünüzün üstünde kaşınız varsa suçlusunuz. Sadece Ünsal Ban meselesi değil ki. Kendi deyimleriyle “Ankara’yı parsel parsel satanlar” ellerini kollarını sallayarak gezerken, muhalif belediye başkanları cezaevinde. Kendi Bakanlığı ile ticaret yapanlar özgürken, sisteme itiraz edenler içeride. Pudra şekeri kuşağı hayatını yaşarken, geleceğinin hesabını sorma hakkını kullanan gençler içeride. Bütün günahları, yanlışları alkışlayan kalemşörler sefa sürerken, hakikati dile getiren gazeteciler içeride. Maalesef, hürriyetin ve adaletin olmadığı bir ülkede, hakkında üç davadan yurtdışına çıkış yasağı olan biri, elini kolunu sallayarak kaçabilir. Doğru değildir ama normaldir. Çünkü Türkiye’de milletimize zindan olmuşken, hayat iktidar elitlerine güzel.
Kutu
Ümit bey ile meselelere bakışımızda fark yok, yöntem konusunda var
- Size hep sorduğum soruydu. Milliyetçiler neden bir araya gelmiyor diye. Milliyetçi Kongre Derneği’nin toplantısında Ümit Özdağ ile bir araya geldiniz. Biz zaten hiç ayrılmadık dediniz. Bu diyalog siyasi kulislerde ‘ittifak, birleşme sinyali’ olarak yorumlandı. Öyle mi?
Hep sordunuz hep söyledim. Türkiye’nin şu anda bir birliğe ihtiyacı var. Ve kendini Milliyetçi olarak tanımlayanların da önemli bir görevi var; Türk Milleti’ni birleştirmek. Ümit bey ile ülkemizin ve milletimizin canını yakan meselelere bakışımızda fark yok. Yöntem konusunda farklılıklarımız var. Ben meseleyi kişiler ya da partiler üzerinden konuşmayı doğru bulmuyorum. Gerçek Türk Milliyetçileri bir şekilde bir araya gelir. Ama bizim öncelikli görevimiz Milliyetçilerden öte Türk Milleti’ni birleştirmek. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin dayattığı ittifak mecburiyeti ayrı bir konu. Sistem iktidar ya da muhalefet bloğunda ittifakları zorunlu kılıyor. Çünkü ortada yüzde 50 artı 1 gerçeği var. O sebeple, seçim sürecinde atılacak adımlar olur elbette. Ama bunları konuşmak için erken. Biz, derdi Türk milleti, sevdası Türkiye olan herkesle buluşuruz.
Kutu
Patronlar artık feryat ediyorsa, bu işsizlik tehlikesi demektir
- Önce Adnan Polat, ardından Abdullah Kiğılı gibi iş insanları yaklaşan büyük ekonomik krizi işaret ettiler. Sizin çalışmalarınız 2026’nın ekonomik olarak nasıl bir yıl olacağını söylüyor?
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; Görüşmeleri yakında başlayacak; iktidarın 2026 yılı bütçesi tam anlamıyla ‘Tükeniş bütçesi’dir. Ve bu bütçeyi hazırlayan akıldan Türkiye’nin sorunlarına çözüm çıkmaz. Bunu sadece biz görmüyoruz. Reel sektörün içinde, üretimle, maliyetlerle boğuşan iş insanlarımız çok daha iyi görüyor. Seslerini çıkarmalarının, uyarılarının sebebi budur. TÜSİAD Başkanlarının başına gelenlerden sonra, iş dünyasının gerçeği dile getirme cesareti kıymetlidir. Bu cesarete ihtiyacımız var. Peki bu cesaretin sebebi nedir? Deyim yerindeyse deniz bitti. Bunu en iyi onlar görüyor. Krediye ulaşamıyorlar. Maliyetler çok arttı, çarkları döndürmekte zorlanıyorlar. Bakın bizde iş dünyasının sorunlarından bahsedince sadece patronların derdinden bahsedildiği zannediliyor. Oysa özel sektör Türkiye’nin en büyük işverenidir. Aştır, ekmektir. Patronlar artık feryat ediyorsa, bu işsizlik tehlikesi demektir. Bu, mutfaktaki yangının büyümesi demektir. Bu, milyonlarca emekçimizin işsizlik riskiyle karşı karşıya olduğu anlamına gelir. Yani özetle, sosyal barış tehdit altında demektir.
MİLLET SEBEP, ENFLASYON SONUÇ
Biliyorsunuz sayın Erdoğan iktisat teorilerini altüst ederek, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” dedi. Bu kafayla attığı adımlar da Türkiye’yi bu hale getirdi. Kur korumalı mevduat adını verdikleri servet transferine ödediğimiz bedel, bugün birçok işletmemize kaynak olabilir, nefes aldırabilirdi. Otoyollara, köprülere, havalimanlarına garanti için ödedikleri milyarlarca dolar, ekonomimize, iş dünyamıza kaynak olabilir, can verebilirdi. Hepsini heba ettiler. Ve bugün geldikleri noktada diyorlar ki, “Okullar açılıyor diye millet alışveriş yaptı, enflasyon o yüzden yüksek geldi.” Artık aklımızla alay ediyorlar. İktisat bilimine yeni bir teori sunuyorlar; “Millet sebep, enflasyon sonuç.” Bu iş bu kafayla düzelmez. Bu gerçeği gören herkesin de itirazını yüksek sesle dillendirme vakti gelmiştir. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Bu adaletsizlik, bu eşitsizlik hepimize bedel ödetiyor.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:84
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 20 Ekim 2025 05:39 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















