Nüfus artışının önündeki bir engel de uzun süren boşanma davaları olmasın İhsan Aktaş
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
Hafta sonu, deneyimli bir avukat olan doktora arkadaşım Eli Bey ile uzun uzun memleket meselelerini konuştuk. Daha önceki bir sohbetimizde, dar gelirli vatandaşlar için konut edinme hakkının anayasal bir hak olması gerektiğini vurgulamıştı. Nitekim 1961 Anayasası’nda bu tür bir düzenleme bulunduğunu hatırlattı.
Madde 49 – Devlet, şehirlerin özelliklerine ve çevre şartlarına uygun bir şekilde planlı bir şekilde gelişmesini sağlar; ayrıca, yoksul ve dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayacak tedbirleri alır.
Ben de, günümüzdeki “Bir Milyon Konut Hamlesi” projesinin bu talebe önemli ölçüde karşılık geldiğini belirttim.
Benim uzun süredir benimsediğim bir ön kabulüm var:
Bir ülkenin bütün temel sorunlarının çözümü, anayasa ve hukuk düzeninin doğru şekilde kurulmasıyla mümkündür. Bu sebeple tam bir toplumsal sözleşme niteliğinde yeni bir siyasal vizyonun şu üç temel başlığa dayanması gerektiğini düşünüyorum:
1. Yeni anayasa,
2. Hukuk toplumuna geçiş,
3. Rıza toplumuna geçiş.
Bunlara ek olarak, eğitimde kalitenin artırılması, yüksek teknoloji ve küresel rekabet alanlarının güçlendirilmesi ve dış politika vizyonunun sürdürülebilir şekilde tahkim edilmesi yeni dönemin öncelikleri olmalıdır.
Uzun süren bu sohbetimizde hukukçu dostum, mahkemelerdeki boşanma davalarının uzun sürmesinin nüfus artış hızını yavaşlatan faktörlerden biri olduğunu özellikle vurguladı.
Gerçekten de, 30 yaşında mahkemelik olan bir çift, eğer anlaşmalı boşanma yoluna gidememişse, davanın sonuçlanması ortalama beş yıl sürebiliyor. Bu süreçte taraflar için mahkeme, mal paylaşımı hakkında karar veremiyor. Boşanma tamamlandıktan sonra mal paylaşımı davası ayrıca açılıyor ve o süreç de birkaç yıl sürebiliyor.
Boşanma süreci boyunca ne kadın ne de erkek yeniden evlenme girişiminde bulunabiliyor. Dolayısıyla, 30 yaşında mahkemeye giden bir birey, çoğu zaman 40 yaşına geldiğinde dava süreçlerinden tamamen arınabiliyor. Bu da özellikle kadınlarda doğurganlık yaşının geçmesi gibi demografik sonuçlara yol açıyor.
Ülkemizde reform çalışmaları genellikle akademik formasyonu güçlü kişiler eliyle hazırlanıyor. Ancak, bir akademisyenin uygulamadan doğan sorunları bu kadar yakından ve rafine biçimde görebilmesi her zaman mümkün olmuyor.
Boşanmaların büyük çoğunluğu, “geçimsizlik / evlilik birliğinin temelinden sarsılması” gibi genel nedenlere dayanıyor. En yaygın spesifik sebepler arasında ise “eşin sorumsuz ve ilgisiz davranması”, “aldatma”, “ekonomik yetersizlik” ve “şiddet/kötü muamele” öne çıkıyor. Davanın türüne göre süreler büyük farklılık gösteriyor: anlaşmalı davalar oldukça kısa sürerken, çekişmeli boşanmalar yılları bulabiliyor.
Boşanmalarda en büyük sorunlardan biri de mal paylaşımı. Boşanma süreci tamamlanmadan mal paylaşımı yapılamıyor. Beş yıl süren bir boşanma davasının ardından başlayan mal paylaşımı süreci, ilk derece mahkemesinden başlayıp tüm temyiz aşamalarına kadar uzadığında, davalıların önemli bir kısmı artık doğurganlık yaşını geçmiş oluyor.
Ülkemizde zaman zaman “şûra” çalışmaları düzenlenir. Ancak içinde bulunduğumuz çağda meseleler o kadar sofistike hale geldi ki, kanun yapma veya reform hazırlama süreçlerinde yalnızca “suç ve ceza” merkezli bir yaklaşım yeterli olmuyor. Toplumsal düzenlemelerin, dava süreçlerinin toplumsal etkilerini de dikkate alacak biçimde tasarlanması gerekiyor.
Örneğin dijital suçlarda klasik yollarla mücadele neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Bu tür suçlarla yalnızca tutuklama, mahkeme ve cezalandırma yöntemleriyle başa çıkmak artık mümkün görünmüyor. Bu nedenle gelecekte, önleyici ve kısıtlayıcı tedbirlerin, klasik yargı süreçlerinden daha etkili bir çözüm aracı haline gelmesi bekleniyor.
Sonuç olarak: Boşanma davalarının yıllarca sürmesi yalnızca bireysel bir hukuk sorunu değil, aynı zamanda demografik ve sosyolojik bir meseledir. Uzayan dava süreçleri, bireylerin yeniden evlenme ve aile kurma ihtimallerini azaltarak nüfus artışını dolaylı biçimde yavaşlatmaktadır.
Dolayısıyla, yeni bir anayasal vizyon ve hukuk reformu hazırlanırken, sadece suç ve ceza dengesine değil, hukuk süreçlerinin toplum üzerindeki etkilerine de odaklanmak gerekir.
Hızlı, adil ve toplumsal sonuçları gözeten bir yargı düzeni hem bireysel adaletin hem de ülkenin demografik sürdürülebilirliğinin temelidir.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:33
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 11 Kasım 2025 04:03 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















