Hangi terkip?.. Mustafa Kutlu
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Tanpınar, “Eski İstanbul bir terkipti” diyor ve şöyle devam ediyor: “...Hususi bir yaşayış şekli, bütün hayata istikamet veren ve her dokunduğunu rahmanileştiren dinî bir kisve bu terkibin mucizesini yapıyordu. Gümrükten geçen her şey Müslüman-laşıyordu... Büyük orkestranın içinde münferit sazlar kendiliklerinden kaybolurdu. Çünkü asıl yayı çeken ve âhengi gösteren şeyler bizimdi. Bunlar şehrin kendisi, bizim olan mimarlık, bizim olan musiki ve hayat, nihayet hepsinin üzerinde dalgalanan, hepsini kendi içine alan, kendimize mahsus duygulanmaları, hüzünleri, neşeleriyle, hayalleriyle sadece bizim olan zaman ve takvim’di.”
Laleli Camii bitişiğindeki Mimar Kemalettin’in yaptığı Harikzedegân Apartmanları’na bakıyorum. Şu günlerde bir faaliyettir gidiyor orada. Evler 20 yıl süre ile bir turizm şirketine kiralandı. Şirket burayı “beş yıldızlı otel” yapacak.
Mimar Kemalettin, bu son devir Türk mimarisinin son parıltısı, Laleli Camii’ne olanca hürmeti göstermiş. Onun dikdörtgen ve kavisli pencerelerinin oranını aynen uygulamış; hacim bakımından bir uyum sağlamış, hatta çatı katlarındaki yuvarlak pencereli çıkıntıları bile camide uygulanan unsurlardan almış. Alt kat dükkânları caminin altındaki kavisli bölmeleriyle uzanan vakıf çarşısının bir devamı gibi düşünmüş. Eskinin yanı başında, ihtiyaca uygun, küçük mekânda oldukça kalabalık bir nüfusu barındırabilecek, yangın geçirmiş ahaliye yardımcı olacak her tür tasarrufu gerçekleştirmiş. Laleli’de modern zamanlar için bir terkip numunesi oluşturmuş. En üst katın ortalarındaki aynaya “Yâ Hâfız” levhasını koymayı unutmamış.
Şimdi de az yukarılara çıkalım...
Kimya Fakültesi’nin o soğuk çehreli taş yığını bloklarını geçelim. Nasıl olmuş da Sedat Hakkı Eldem’in eseri Edebiyat Fakültesi’nin o görkemli çatısı altına böylesine bir soğuk nevalenin yapıştırılmasına imkân verilmiş. Edebiyat Fakültesi iri taş blok, yüksek sütunlarının kararttığı koridorları hariç, dış cephe itibarı ile bulunduğu alanı dolduran, hatta hakimiyetini tam mânası ile kuran, aşağıdan yukarıya doğru gelirken geleneksel mimarimize uyum sağlamış bir yapı olarak anılmaya değer.
Daha sonra bir mimari garabeti ile karşılaşıyoruz. Bu yeni Üniversite Kütüphanesi binasıdır. Caddeye karanlık kafesli, artık pencere demeye dil varmayacak camlarını çevirmiş, geleni geçeni korkutmak için dikilip duruyor orada.
Bu binayı yapanlar hiç mi dönüp etraflarına bakmadılar? Bir yanında şimdi Hat Sanatları Müzesi, eskiden Belediye Kütüphanesi olan o şirin medrese, öbür yanında Beyazıt Hamamı. Karşısında ise gümüş gibi pırıl pırıl Simkeşhane (Halk Kütüphanesi) Binası.
İşte bu mimari ortam içinde o ucube binayı var edenler, Tanpınar’ın “terkip” diye adlandırdığı vakıadan bihaber imişler. Üniversitelerin, camilerin, medreselerin, kütüphanelerin bulunduğu bir semtte, bir meydanın yanı başında bir kütüphane binası böyle mi düşünülmeliydi?
Sayın Çelik Gülersoy televizyonda kendisiyle yapılan bir sohbette İstanbul’un geçmişten kalan bazı köşelerinin kurtarılması, aynen ve çevresi ile birlikte muhafaza edilmesi, onarılması, yeniden inşası için gerekli titizliğin gösterilmesini önemle vurguluyordu. –Bu “kurtarma” düşüncesine eğileceğiz–. Sadece bu kadar değil.
Gün geçmiyor ki İstanbul’da, yıkılan binaların veya zaten açık olan alanların üzerinde yeni bir bina yükselmesin. Peki bunlar ne olacak? Bunlar başıboş mu yükselecek? Sadece müteahhit/mimarların eline mi terk edilecek?

Görüntülenme:34
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 24 Aralık 2025 04:04 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda
İletişim








En çok okunanlar



















