Esma i hüsna, mekarim i ahlak ve üsve i hasene arasındaki ontolojik bağ Düşünce Günlüğü Haberleri
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Prof. Dr. Yavuz Köktaş - Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
İslam düşüncesinde insanın varlıkla ilişkisi, ahlaki potansiyeli ve peygamber örnekliği, ontolojik bir bütünlük çerçevesinde değerlendirilebilir. Bu yazı, esma-i hüsna, mekarim-i ahlak ve üsve-i hasene arasındaki ontolojik bağın niteliğini araştırmayı amaçlamaktadır. Bu araştırmanın din ile insan ontolojisine bağlı her türlü hakikati ayrıştıran sekülerliğe ve bunun bir yansıması olan dinahlak ayırımına da bir cevap olacağı ümidi taşınmaktadır. Modern İslam ahlak felsefesinde bu üç unsur çoğu zaman ayrı başlıklar altında incelenmekte, ancak aralarındaki ontolojik ilişki yeterince derinlemesine ele alınmamaktadır. Hemen belirteyim ki, Taha Abdurrahman’ın görüşleri yazı için ilham kaynağı olmuştur. Yazıda, klasik kelam ve tasavvuf literatürü ile modern İslam düşünürlerinin katkıları da bir araya getirilerek, üç unsurun birbiriyle nasıl ontolojik bir bağ oluşturduğu gösterilecektir.
ONTOLOJİK TEMEL
Esma-i hüsna, Allah’ın güzel isimleri ve sıfatlarıdır. Bu isimler, yalnızca varlığın niteliğini açıklamakla kalmaz, aynı zamanda insanın ahlaki ve ontolojik yapısına da doğrudan etki eder. Ontolojik açıdan esma-i hüsna, varlığın temelini oluşturur. Örneğin; Er-Rahman ve Er-Rahim isimleri, merhametin ontolojik kaynağıdır. İnsan, bu isimlerin bir yansıması olarak merhamet geliştirme potansiyeline sahiptir. El-Adl ismi, insanın adalet anlayışının temeli olarak ontolojik bir referans sağlar; adalet, yalnızca sosyal bir norm değil, varlığın bir yansımasıdır. Kur’an’da Allah’ın isimlerinin, insan davranışını şekillendirdiğine dair pek çok örnek vardır. Neredeyse her ayetin sonunda Allah’ın isimlerinden birine veya ikisine atıfta bulunulması dikkat çekicidir. Ayrıca şu ayeti hatırlamak uygun olacaktır: “O, Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Tâhâ, 8) Bu ayet, insanın, Allah’ın isimleri aracılığıyla varlık ve değerler dünyasına bağlandığını gösterir. Tasavvufta bu bağ, insanın ruhunu eğitme ve ahlaki olgunluğa ulaşma sürecinde merkezi bir rol oynar.
İNSAN ONTOLOJİSİ VE ERDEM
Mekarim-i ahlak, yüksek ahlaki değerler ve erdemleri ifade eder. İslam felsefesinde insan, akıl, vicdan ve ruh üzerinden değerlendirilen bir varlıktır; ahlaki eylemler, insanın ontolojik potansiyelinin somut tezahürleridir. Hz. Peygamber’in gönderiliş amacını hatırlayalım: “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” Burada dikkat edilecek bir husus vardır: Güzel ahlakın tamamlanması ne demektir? Nerede eksiklik vardır? “İtmam”, asılda bir eksikliğin var olduğunu gösterir. Peki burada asıldaki eksiklik nedir ki, Hz. Peygamber onu tamamlayacaktı? Burada asıldaki eksiklik Allah’tır. Cahiliyede de bir takım ahlakî örnekler vardı. Cömertlik ve cesaret gibi. Ancak bu vasıflar ya şahsî bir övünç kaynağı ya da kabile için bir şeref dayanağı idi. Oysa değerlerin kaynağı bunlar olamazdı. İşte onun için Hz. Peygamber, bu değerlerde, bu ahlakî unsurlarda en önemli olan eksikliği tamamlamak istedi. O da değerlerin kaynağı olan Allah idi. Değerler veya ahlak kabile için veya şahsi övünç kaynağı olarak değil, onları fıtrata kodlayan Allah’a ait olacaktı ve bunlar Allah için yapılacaktı. Bunu Kur’an ve sünnetin tümünden anlıyoruz ancak buna bir iki misal vermek faydalı olacaktır. Bir sahabi Hz. Peygamber’e sorar: En hayırlı amel nedir? Hz. Peygamber cevap verir: Allah’a iman ve cihad etmektir. Sahabi Ebû Amr Süfyân b. Abdullah şöyle dedi: Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim. Resûlullah: "Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!" diye buyurdu. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber en başa “Allah’a iman”ı koydu. Çünkü değerlerin kaynağı O’ydu. “Allah’a iman”ı bir lafız olarak söylemeseydi bile o sözden aynı şey anlaşılacaktı. Değerler muhakkak Allah’a bağlanacaktı. Ama lafız olarak da Hz. Peygamber değerlerin kaynağını hatırlatmış oldu. Elbette cihad/savaş olsun, doğruluk olsun Allah’a inanılmadan da var olan bir gerçekliktirler. Allah onları eşya ve insanın tabiatına kodlamıştı. Ama Allah olmadan bu değerlerin yönsüz ve dayanıksız kalacağı da aşikardı. Onun için Hz. Peygamber, ahlakı da Allah’a bağladı. Denilebilir ki, esma-i hüsna ile mekarim-i ahlak arasındaki ilişki, ontolojik bir yansıma biçimindedir: İnsan, Allah’ın isimlerinin bir “aydınlanması” olarak erdem geliştirir. Örneğin, Es-Sabur (Sabırlı) ismi, insanın sıkıntılar karşısında sabırlı olmasını teşvik eder; el-Hakim (Hikmetli) ismi, karar ve davranışlarında hikmetli olmayı gerektirir. Hz. Peygamber’in hayatı, mekarim-i ahlak’ın en somut örneğidir. Bunu anlamak için hadis kitaplarına, özellikle de hadis kitaplarının Kitabu’l-iman, Kitabu’lilm, Kitabu’l-edeb, Kitabu’r-rikak, Kitabu’lzühd bölümlerine bakmak yeterlidir. Ontolojik açıdan mekarim-i ahlak, insanın varlık potansiyelinin ve ruhsal olgunlaşmasının ölçütüdür. İnsanın erdemli davranışı, yalnızca toplumsal bir zorunluluk değil, varlığın kendisiyle uyumlu bir eylemdir.
MODEL OLARAK PEYGAMBER
Üsve-i hasene, “iyi/ güzel örnek” anlamında Hz. Peygamber’in hayatını ifade eder. Peygamber, Allah’ın isim ve sıfatlarının insanlık üzerindeki somut tezahürünü gösterir. Ontolojik olarak üsve-i hasene; esma-i hüsna ve mekarim-i ahlak arasındaki köprüdür. İnsan, Allah’ın isimlerini kendi ruhunda yansıtabilir, ancak bunu Hz. Peygamber’in örnekliğiyle gerçekleştirebilir. Değerler, canlı bir modelde somutlaşmadıkça işlevsiz kalırlar. Manaların lafızla birleşmesi gibi değerler de insanla buluşmalı ve birleşmelidir. Manalar, lafızla birleşmezse açığa çıkamazlar ve işlevsiz kalırlar. Zamanla anlamlarını da yitirirler. Değerler de böyledir. Muhakkak insanla birleşmelidir. Elbette pek çok örnek verilebilir. Ama şu kadarını ifade etmiş olalım: Hz. Peygamber’in şefkat ve merhamet davranışları, Er-Rahman ve Er-Rahim isimlerinin somut tezahürüdür. Doğruluk ve adalet pratikleri, El-Adl ve El-Hakim isimlerinin insan boyutundaki ifadesidir. Değerler saklı hazineler gibidir. Hazine değerlidir, ama saklı kaldığı müddetçe işlevsizdir. Değerler de böyledir. Değerler Allah’ta ve insan fıtratında saklıdır. Bunların açığa çıkması gerekir. İşte bu değerlerin açığa çıkması için canlı modellere ihtiyaç vardır. Bu modeller, başta Peygamber olmak üzere salih insanlardır. İnsan, onların örnekliği sayesinde, Allah’ın isimlerinin ve değerlerin açığa çıkmasına tanıklık eder ve bu değerleri kendi hayatında yaşama imkânı bulur. İnsan, değerleri öğrenmek ve yaşamak için Hz. Peygamber’in ve salih insanların örnekliğine bakarak ontolojik potansiyelini açığa çıkarır. Böylece ahlak, varlığın doğal bir tezahürü olarak insan hayatında işlev kazanır. Bu bağlamda üsve-i hasene, ahlak eğitiminde bir model işlevi görür; insan, peygamber örnekliğini takip ederek, Allah’ın isimlerini ruhunda somutlaştırır. Ontolojik hiyerarşi şu şekilde kurulabilir: Esma-i hüsna, varlığın ve ahlakın ontolojik kaynağıdır. Mekarim-i ahlak, bu isimlerin insan ruhunda tezahürü ve insanın varlık potansiyelinin somutlaşmasıdır. Üsve-i hasene de bu tezahürün en eksiksiz biçimde örneklenmiş ve somutlaştırılmış halidir. Bu ilişki, sadece bir davranış modeli sunmakla kalmaz, aynı zamanda insanın ontolojik düzeyde Allah ile olan bağını da gösterir. Modern İslam düşüncesinde, bu üç unsurun birbiriyle bütünleşik okunması, ahlak, eğitim ve toplumsal düzen için temel bir referans noktası oluşturur. Son olarak -başta kısaca değindiğim gibi- bu modelin sekülerliğe ve dinahlak ilişkisine dair önemli bir cevap olabileceğini ifade edelim.
SEKÜLERLİK VE DİN-AHLAK İLİŞKİSİNE ONTOLOJİK BİR CEVAP
Modern seküler düşünce, din, ahlak ve hakikati birbirinden bağımsız alanlar olarak ele alır. Bu yaklaşımda ahlak, yalnızca toplumsal normlar, rasyonel fayda ilkeleri veya psikolojik motivasyonlarla açıklanır; hakikat ise deneyim ve gözleme dayalı bir bilgiye indirgenir. Sekülerlik, böylece insanın değer dünyasını, varlıkla ilişkisini ve metafizik boyutunu göz ardı eder, din ile ahlak arasındaki doğal bağı zayıflatır ve hatta çoğu zaman tamamen ortadan kaldırır. Bilindiği gibi modern seküler düşüncede ahlak, genellikle toplumsal normlar, psikoloji veya rasyonel fayda ilkeleri üzerinden açıklanır. Bu yaklaşım, ahlakın metafizik temellerini göz ardı eder ve insan değerlerini, yalnızca deneyim ve gözleme dayalı bir sistem içinde değerlendirir. Böyle bir çerçevede, din ile ahlak arasındaki ilişki çoğunlukla sosyal bir sözleşme veya kültürel bir miras boyutuna indirgenir. Burada önerilen model, bu seküler yaklaşımın eksikliklerine doğrudan ontolojik bir cevap sunar. Esma-i hüsna, mekarim-i ahlak ve üsve-i hasene üçlüsü, ahlakın yalnızca sosyal veya psikolojik bir olgu olmadığını, ontolojik temellere dayandığını gösterir: Esma-i hüsna: Ahlakın kaynağını Allah’ın isimlerinde ve sıfatlarında ontolojik olarak gösterir. Bu, ahlakın sadece toplumsal mutabakata dayalı olmadığını, evrensel ve ilahi bir temele sahip olduğunu ortaya koyar. Mekarim-i ahlak: İnsan, bu isimlerin tezahürü olarak ahlaki erdemleri geliştirir. İnsan davranışı, doğrudan ontolojik bir referans noktasına bağlıdır; dolayısıyla ahlak, salt rasyonel veya toplumsal bir norm değildir. Üsve-i hasene: Hz. Peygamber ve salih insanlar, değerlerin açığa çıkması için somut modellere dönüşür. Değerler, tıpkı saklı hazineler gibi, açığa çıkmadıkları sürece işlevsizdir. Bu somut örnekler aracılığıyla ahlak, yalnızca teorik bir ilke değil, insan hayatında uygulanabilir bir pratik haline gelir. Bu çerçeve, seküler anlayışa karşı şu temel noktaları vurgular: Ahlak, sosyal sözleşmeden bağımsız ontolojik bir temele sahiptir; din ve ahlak ilişkisi, sadece normatif bir bağ değil, insanın varlık yapısıyla doğrudan ilintilidir ve Hz. Peygamber ve salih insanların örnekliği, değerlerin yaşama geçirilmesinde zorunlu bir araçtır; seküler modellerin göz ardı ettiği bu ontolojik boyut, ahlakın derinliği ve uygulanabilirliği için gereklidir. Bu perspektif, seküler modellerin aksine, din ile ahlakın, hakikat ile değerlerin ontolojik bir bütünlük içinde olduğunu gösterir. Ahlak ve değerler, yalnızca insanın toplumsal alışkanlıklarına indirgenmez; varlık düzeyinde Allah’ın isimleriyle doğrudan ilişkilidir. Böylece model, sekülerliğin yol açtığı ayrışmaya karşı güçlü bir ontolojik cevap sunar. Allah’ın isimleri, insanın ahlaki potansiyelini besler. İnsan, bu isimlerin yansıması olarak ahlak/ erdem geliştirir. Hz. Peygamber’in örnekliği, bu ahlakın/erdemin somut tezahürünü sağlar. Sonuç olarak, İslam ahlakı ve ontolojisi birbirinden ayrılamaz; insan, yalnızca sosyal veya psikolojik bir varlık değil, Allah’ın isimleriyle ontolojik olarak ilişkilenen bir varlıktır. Umarız ki, yeni çalışmalar ve gelecek kuşaklar, bu ilişkiyi eğitim, siyaset, ekonomi, kültür, bilim ve toplumsal etik alanlarıyla bütünleştirerek daha somut uygulamalara dönüştürebilir.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:21
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 26 Aralık 2025 07:06 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















