Cadılar Bayramınız kutlu olsun! Mahmut Ay
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, Ankara24.com açıklama yapıyor.
Son iki yazımızda, Batı’nın Doğu üzerindeki kültürel sömürgeciliğinden bahsetmiştik. Ne acı bir tevafuktur ki geçen hafta Konya ve Urfa gibi muhafazakârlığıyla maruf olan şehirler dahil olmak üzere ülkemizde Cadılar Bayramı ilk defa bu kadar yaygın bir şekilde kutlandı(!) Yüzyıllar boyunca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış, dört asır hilafet sancağını taşımış, Türklüğünden aldığı yiğitlik ve cesareti, İslâm’dan aldığı iman ve irfanla yoğurarak şanlı bir medeniyet kurmuş olan Müslüman Türk’ün evlatları Cadılar Bayramı’nı kutlamaya (!) başladılar. Müslüman Türk’ün şerefli mazisini bilen insanların bu manzara karşısında kahrolmaması mümkün değil. (Burada “Türk” kelimesini ırkî değil kültürel aidiyeti ifade eden bir anlamda kullandığımızı belirtelim.) Ancak ülkemizin Tanzimat ile başlayan ve Cumhuriyet ile hızlanan Batılılaşma uğrunda geçirdiği dönüşümü, bir başka ifadeyle maddî terakkî uğrunda yaşadığı manevî tedennîyi, maddeyi elde etmek için manayı feda etme sürecini takip edenler açısından, Cadılar Bayramı’nı kutlama evresine gelişimiz hiç de sürpriz değildir.
Meseleyi dinî açıdan ele almayacağız. Zira o hususta söylenecek söz bellidir. Üzerinde duracağımız sual şudur: Ne oldu da bir zamanlar İslâm için yüreği çarpan, peygamberinin adı anıldığında iman ve muhabbetle kendinden geçen ataların torunları kendi mazileriyle, kültürleriyle hiç alakası olmayan tamamen Batı’ya ait oldukça tuhaf bir kutlamayı benimser hâle geldi? Ne oldu da bu milletin evlatları, nebilere ve velilere özenmeyi bırakıp cadılara özenir oldular? (Mesela Sultan Reşad devrinde Süleymaniye Camii’ndeki bir mevlid merasiminde insanların aşkla cezbeye gelip kendilerinden geçmelerine dair etkileyici bir manzaranın tasviri için bk. Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar, IV/90-93.) Bu sualin cevabı sadedinde şu üç noktaya dikkat çekmek isteriz:
1.
Sömürgecilik, Batı’nın en önemli özelliklerindendir. Uzun bir süre Amerika, Hindistan ve Afrika’yı bilfiil işgal ederek sömüren Batı, fiilî işgalin zor olduğunu görünce onu bırakıp ekonomik ve kültürel sömürgecilik evresine geçmiştir. Yaklaşık iki asırdır tüm dünya Batı’nın kültürel sömürgeciliğinin etkisi altındadır. Özellikle de küreselleşme sonucunda son otuz yılda tüm kültürler üzerinde Batı kültürünün (özellikle Amerikan kültürünün) istilası, işgali ve tabir-i caizse soykırımı vardır. Doğu kültürleri, asimetrik bir şekilde soykırıma tabi tutulmaktadır. Artık herkes bir Batılı gibi giyinmekte, bir Batılı gibi yemekte, bir Batılı gibi konuşmaktadır. Görgü kurallarını (kuralsızlıklarını demek daha doğru belki de) Batı belirlemekte; dinin, Tanrı’nın, kutsalın hayatımızda ne kadar olması gerektiğinin sınırları Batı tarafından çizilmektedir. Sözün özü, Batı tüm dünyayı kendisine benzetmekte, bunun sonucunda da Doğu’da ciddi bir kimlik bunalımı yaşanmaktadır.
“Meselenin kültürel sömürgecilikle ne alakası var? Bu gençler yalnızca eğleniyorlar!” diyenlere şunları sormak gerekir: Herhangi bir şenlik, kutlama ve bayram, içinden çıktığı toplumun dünüyle bugünüyle kültürel kodlarından bağımsız olabilir mi? Bizim Hıdırellez, Nevruz ve Aşure gibi şenliklerimizi Batı neden kutlamıyor da biz onun şenliklerini kutluyoruz? Horon, halay, zeybek gibi millî oyunlarımızla eğlenen bir Batılı var mı yeryüzünde? Bizim şenliklerimiz ve eğlencelerimiz neden onların umurunda değil de biz onlarınkini büyük bir özentiyle benimsiyoruz?
2.
Peki nedir bu Batı? Bugünkü Batı’yı oluşturan süreçlere ana hatlarıyla bakıldığında şöyle bir manzarayla karşılaşmaktayız: Batı’da, 15-16. asırlarda Rönesans ve 16. asırda Reform hareketi sonucunda din konusunda köklü değişimler olmuştur. 18. yüzyıldan itibaren “Aydınlanma” adı verilen süreç sonucunda ise Batı, din ile bağını koparmış, kutsal ile yollarını ayırmıştır. Madde kazandıkça mana kaybetmiş, bedenî hazların peşine düştükçe ruhânî zevklerden uzaklaşmıştır. Nietche’nin ifadesiyle “Artık Tanrı ölmüştür.” Ondan sonraki düşünürlere de Tanrı’nın cenazesini kaldırmak kalmıştır. Hakikatte Tanrı ölmedi şüphesiz lâkin Batı’da Tanrı inancı, düşüncesi ve kavramı öldü. Bugün Kilisenin Tanrı’sı bile “ölü bir Tanrı”dır. Hayatla bağı yoktur çünkü. Tanrı, kilisenin dört duvarı arasındadır sadece. Kilisenin dışına çıkamaz; hayata müdahale edemez. Kiliseler “ölü Tanrı’nın mezarları” gibidir adeta; bu sebeple öl(dürül)en Tanrı’ya ağıtlar yakılır orada.
Étienne Gilson’un dediği gibi Batı düşüncesinde Tanrı probleminin bugünkü durumu, bütünüyle Kant ve Comte’un düşüncelerinin hâkimiyeti altındadır. Tanrı hakkında farklı düşünceleri olmalarına rağmen ikisinin de birleştiği nokta şudur: Tanrı, “bilme” eyleminin konusu olamaz. O, bilimin konusu olamayacağı için O’nun hakkında konuşmak, anlamlı ve verimli bir şey değildir (Étienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, s. 91).
Batı, “Tanrı hakkında konuşmak anlamsız” deyip kendince Tanrı’yı öldürdü öldürmesine; lâkin insanoğlu hayatı anlamlı kılacak bir şeylere inanmaya, onlarla oyalanmaya mecbur bir varlık. Dolayısıyla Tanrı inancının yerini bir şeyler doldurmalıydı. Tanrı’nın yerine geçecek, O’ndan kalan boşluğu dolduracak yeni şeylere ihtiyaç vardı. İşte bilim, teknoloji, spor, sanat gibi alanlar Tanrısızlıktan arda kalan boşluğu doldurmak için modern insanın yeni putları oldu adeta. Böyle bir süreçle Tanrı’yı öldüren Batı’nın dirilttiği şeylerden biri de “cadılar” oldu. Cadılar Bayramı, aslında kökü asırlar öncesine dayanan Kelt mitolojisine ait bir pagan ayiniydi; zamanla Hristiyanların kutladığı bir güne dönüştü. Son iki yüzyıldan beri özellikle Amerika’da dinî içeriğinden yavaş yavaş soyutlanarak kitlelerin mitoloji ihtiyacına da kısmen cevap verecek şekilde seküler bir eğlence formuna sokuldu. Ayinlerin yerini eğlencenin aldığı Batı’da böylece bir ayin eğlenceye dönüştürülmüş oldu.
“Bunlar, Batı düşüncesini ve milletlerini ilgilendirir.” diyemeyiz. Zira hem Batı’nın sömürgeciliği hem de Doğu’nun Batılılaşma özentisi sebebiyle Batı düşüncesinde olup biten her şey, bir şekilde dünyayı etkisi altına alıyor. Batı, yalnızca ürettiği teknolojik ürünleri değil düşüncelerini ve o düşünceler doğrultusunda şekillenen hayat tarzını da tüm dünyaya pazarlıyor ve yayıyor.
Batı’nın manevî açıdan dünyayı sürüklediği uçurumun farkına varan, yine bizzat Batı’nın bağrından çıkmış bazı ârif/bilge kişiler vardır. Mesela bir mühtedi ve Şâzelî bir ârif olan René Guénon, modern Batı medeniyetinde her şeyin gittikçe daha sunî, daha aslından uzaklaşmış ve bozulmuş bir hâle geldiğine dikkat çeker (bk. René Guénon, Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, s. 228). Batı medeniyetinin, bundan yaklaşık bir asır önce içine düştüğü durumu “niceliğin egemenliği”, “katılaşma” ve “çözülme” kavramlarıyla açıklar. Ona göre insanlık tarihi, manevî bir kökten maddî bir yöne, nitelikten niceliğe doğru seyretmektedir. Gelinen noktada nicelik galebe çalmış, madde yoğunlaşmış, ağırlaşmış ve mananın/ruhun etkisi zayıflamıştır. Modern bilim, yalnızca ölçülebileni, niceliksel olanı gerçek saymış, ruh ve maneviyat sahasına giren niteliksel olan şeyleri dikkate değer gerçekler olarak ele almamıştır. Bu durum “katılaşma”yı ifade eder. Bu katılaşma, bir süre sonra yerini “çözülme”ye bırakır. Artık tüm değerler ve kimlikler eriyip çözülür. Hakikat bulanıklaşır, yanılsama ile hakikat arasındaki sınırlar kaybolur, farklar belirsizleşir (Bk. age., s. 195-203). Guénon’dan yaklaşık bir asır sonra dijital çağdaki sanal ile gerçek arasındaki farkın belirsizleşmesi, kimliklerin akışkanlaşması ve sınırların ortadan kaybolması onun “çözülme” dediği şeyin tam da içinde olduğumuzu göstermektedir. Batı, kendi insanını çözdüğü gibi tüm dünyayı da çözüyor. İşte bu çözülme neticesindedir ki kendi mazisi, kültürü ve medeniyetiyle uzaktan yakından alakası olmayan Cadılar Bayramı denen ucubeyi Müslüman Türk çocukları kutlar (!) hâle gelebiliyor.
3.
Dindarlık, kültürel sömürgecilik karşısındaki en güçlü kalkandır. Cadılar Bayramı’nı kutlayan tek bir dindar insan göremezsiniz. (Buradan, “Cadılar Bayramı’nı kutlayan, dinsizdir.” anlamı çıkarılmamalıdır. Bir dine inandığını söylemekle dindar olmak farklı şeylerdir. “Dindar”dan kastımız, sadece inandığını söylemekle yetinmeyip inandığı dinin gereklerini yerine getirmeye çalışan kişidir.) Sırf bu açıdan bakıldığında bile, sağlıklı bir dindarlığın, kültürel asimilasyona karşı asilce bir duruş sergileyip kendi kültürüne sahip çıkma hususunda ne kadar önemli ve gerekli olduğu ortaya çıkacaktır.
Son olarak şu hususu belirtelim: Cadılar Bayramı’nda eğlenen gençler de bizim insanımız. Onları ötelemeden, itelemeden ve asla ötekileştirmeden anlamaya ve onlarla uygun iletişim yolları bulmaya çalışmalı. Onlara “kaybolmuş bir gençlik” olarak değil “millî-manevî değerlerini keşfetmeye namzet bir gençlik” olarak bakmalı. Gençler için helal daire içerisinde eğlenme sınırlarını daraltmamalı. Ve her şeyden önemlisi, ümitsiz olmamalı.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:56
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 14 Kasım 2025 07:15 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















