‘Sedye taşımaktan kolu tutulan / Bu sessiz çılgın çalkantıda’ Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com haber yayımlıyor.
Büyüklerimizden dinleyerek, kitaplardan okuyarak bilgi sahibi olduğumuz üzere I. Dünya Savaşı’ndan beri, “coğrafyamız” olarak nitelediğimiz müstaz‘afların, mâdûnların ve Müslümanların dünyasından ulaşan olumsuz haberlerle başlıyoruz günlere ve gecelere…
Hayat damarları kesilmiş Latin Amerika, sömürgecilere kıymetli madenlerini vermek için kendi mezarını kazan Afrika, Fas ile Sahra Cumhuriyeti’nin güç çatışması altındaki Batı Sahra, Türkiye’nin 28 Şubat’ını yaşayan Tunus, ruhunu ABD’ye satarak ayakta kalmaya çalışan Mısır, İngiltere eğitimli Arap vali-kralların sultası altında ezilen merkez, Doğu ve Güney Arabistan, yanı başımızdaki Filistin, Lübnan, Suriye, Afganistan, Sind, Keşmir, Hint alt kıtası, Bangladeş, Myanmar, madde ve manamızın mekanı Türkistan, batımızdaki açık ve sürekli kanayan yara Balkanlar, Kırım ve Kafkasya…
Buralardaki zulümleri durdurmaya gücümüz yetmediği, müstaz‘aflara yardım elimiz ermediği için eskilerin “melâl” dedikleri “keder” içinde yaşamamız kaderimiz sanki.
Ancak melâle sahip olmak da günümüzde özel bir mana ve nitelik meselesi… Zira melâl sadece merhamet kaynağı bir kalbe ve vicdana sahip olanların kuşanabilecekleri bir haslet!
Bu ayrımı Ahmet Haşim’in kelimeleriyle “Melâli anlamayan nesle âşina” olmayışımızdan değil, fiili duruma göre yapıyoruz.
Örneğin sosyal medyada söz konusu coğrafyamızdan gelen haberler karşısında zikrettiğimiz acizlikler nedeniyle melâlimizi olsun belirttiğimizde hemen şu minvalde tepkiler alıyoruz: “Git de savaşsana… Orada ölsene… ABD-İsraili ile anlaşma yapıp geleceğine zindanda beklesene…”
Aptallar, benciller, kalpten ve vicdandan yoksun cahiller güruhunun o mecralarda bu minvaldeki varlığı kavram olarak melâli değerli kıldığı gibi, melâl ehlini de kendiliğinden seçkinleştiriyor. Çünkü konuya buradan bakıldığında melal sahibi olmak bir manaya sahip olmakla eşanlamlı hale gelmekle kalmıyor, bir duygu ve ahlak terbiyesini de açığa çıkarıyor.
Sezai Karakoç’un Çatı adlı şiirini şimdi tekrar okuyan melal sahibi kıymetli okurlarım mezkur terbiyeden ne kastettiğimi hemen anlayacaklardır:
Kaç aç varsa hepsi ben
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben
Kaç aşktan ters yüz edilmiş
Aşık varsa hepsi ben
Bütün çiçeklerle donanıp
Bütün insanlarla ölen
Atılmış kömür toplar
Annelerinin zoruyla çocuklar
- Başka çaresi ne annenin -
Çocuklarıyla yere çarpılan
Ben o çocuklarla yere çarpılan
Sevgili deyip yere çarpılan
Sedye taşımaktan kolu tutulan
Bu sessiz çılgın çalkantıda.
(Gün Doğmadan, Diriliş, İstanbul 2000)
Has şiirde mana şairinin onu yazdığı zamanını aşıp geleceğe taşar. Sezai Karakoç’un Çatı şiirinin ilk özelliği de budur. Ama şairin fert olarak kendi zamanının çocuğu olması, geçmişteki haberlerden ya da mevcut halden hareket etmesi de onun zorunluluğudur.
Çatı şiirinin yazıldığı 1961 yılında vuku bulan belli başlı iç ve dış olaylara baktığımızda şairin kendi şahsi melalini de aşarak nasıl bir duygu yükünü yüklendiğini görebiliriz:
Askeri darbenin ardından, cuntacılar halka olan düşmanlıklarını ceberrut bir tutumla pekiştirdiler; Düzmece duruşmaların tipik örneklerinden olan Yassıada’da önceki başbakanla kimi bakanlar işlemedikleri suçlarla mahkum edildiler, bir dizi düzmece sorgu oturumunun ardından da idam edildiler; Almanya’ya işçi gönderilmeye başlandı; Kur’an öğreten mahalle mektepleri ifşa edilerek kapatıldı; Cunta anayasası kurucu mecliste ezici bir çoğunlukla kabul edildi; ilgili referandum da halka baskı yapılarak gerçekleştirildi; İstanbul polisi ayağında “Moskova” yazılı kağıt bulunan bir kargayı tutuklayıp nezarete koydu.
ABD, Küba üstündeki baskısını artırdı; Kongo’daki iç karışıklık hat safhaya çıktı; Belçika’da düşen uçakta 73 kişi öldü; İngiltere işgalindeki Sierra Leone bağımsızlığını tekrar elde etti; Uluslararası Af Örgütü kuruldu; Suriye’de askeri darbe oldu; Nikaragua’da Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi kuruldu, iç çatışmalar hızlandı; Berlin Duvarı’nın inşasına devam edildi; İngiliz işgalindeki Tanganika bağımsızlığını kazandı; Brezilya’da bir sirkte çıkan yangında 323 kişi öldü.
Çatı şiiri işte böyle bir ahvalde yazıldı: Türkiye’de karanlık, dünyada ölüm ve buhran…
Sezai Karakoç, özelde melâl genelde bir duygular terbiyesinden geçmişti ki, şiiri zikrettiğimiz hadiselerin etkilerini ihtiva ediyor olsa da olmasa da benim kuşağıma ve sonrakilere benzeri bir terbiyeyi yükledi.
Bugün de onun terbiyesine tabi olarak, coğrafyamız esasında titreyen kalplerimizle, acizliğimizin bilincinde olarak “asil bir melâli” taşımayı sürdürüyoruz.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:24
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 04 Kasım 2025 06:30 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















