İslam düşüncesinin gelişiminde şerh ve haşiye geleneği Düşünce Günlüğü Haberleri
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Prof. Dr. Mahmut Özer
Şerh ve haşiye kültürü, İslam düşünce tarihinde yalnızca bir metin açıklama ve yorumlama yöntemi değil, aynı zamanda ortak bir entelektüel tasavvurun ve kolektif bir düşünce dünyasının inşasında temel taş olmuştur. İslam coğrafyasının genişliği, Arap Yarımadası'ndan Endülüs’e, Orta Asya’dan Hint alt kıtasına uzanan çok katmanlı bir kültürel ve coğrafi yayılımı barındırıyordu. Bu geniş coğrafyada üretilen bilginin aktarılması, korunması ve anlaşılması için güçlü bir yönteme ihtiyaç vardı. Yazılı metinlerin sınırlı nüshalarla dolaşması bilginin yayılma hızını ciddi ölçüde kısıtlıyor; bir düşüncenin farklı merkezlerde tanınması bazen yüzyılları bulabiliyordu. İşte bu noktada şerh ve haşiye geleneği, hem bilginin muhafazasını hem de farklı coğrafyalarda yeniden üretimini mümkün kılarak bir tür zihinsel köprü işlevi görmüştür.
Şerh ve haşiyeler, yalnızca bir tefsir ya da açıklama değil, aynı zamanda yeni sorular sorma, kavramları yeniden yorumlama ve önceki yorumlara eleştiri getirme imkânı sunuyordu. Dolayısıyla ortaya çıkan metinler bu yorum zincirini derinleştiren, bazen de eleştirileri sistemleştiren metinlerdi. Böylece tek bir metin, farklı coğrafyalarda defalarca yeniden okunuyor, şerh ediliyor, haşiyelerle zenginleşiyor ve çok katmanlı bir bilgi dünyası oluşturuyordu. Bu durum Müslüman coğrafyada ortak bir düşünce evreninin teşekkülünü sağladı. Bir âlim, Endülüs’te yazılmış bir eserin şerhini Semerkant’ta okuyabiliyor, üzerine kendi haşiyesini yazabiliyor ve böylelikle ortak bir tartışma zemini doğuyordu. Zamanın yavaş akan bilgi akışı içerisinde bu yöntem, bilginin dolaşımını hızlandırmasa bile onun sürekliliğini ve yayılımını sağlıyordu.
ARI PETEĞİ GİBİ
Şerh ve haşiye geleneği aynı zamanda farklı düşünce merkezlerini birbirine bağlayan bir entelektüel dolaşımla sürekli zenginleştirildi. Bilginin yalnızca kitaplarla değil, bizzat âlimlerin yolculuklarıyla taşındığı bu dönemde, ilim öğrenmek isteyen talebeler ve ulema, Basra’dan Bağdat’a, Şam’dan Kahire’ye, Buhara’dan İstanbul’a uzun ve meşakkatli yolculuklara çıkıyordu. Bu yolculukların en önemli motivasyonlarından biri, yalnızca bir hocadan ders almak değil, aynı zamanda o hocanın şerh ettiği veya haşiye yazdığı metinlere doğrudan temas edebilmekti. Böylece metinler, sadece yazılı nüshalar yoluyla değil, onları şerh eden ve yorumlayan âlimlerin ağızlarından, ders halkalarında ve medreselerde kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. Bir öğrencinin hocasından dinlediği şerhi not etmesi, daha sonra kendi yorumlarını ekleyerek yorumlaması, bu aktarımı garanti altına alıyordu. İlim talebesinin yolculuğu, aslında şerh ve haşiye zincirinin sürekliliğini sağlayan dinamik bir süreçti.
Büyük Müslüman coğrafyada inşa edilen düşünce sistematiğini, anlamayı kolaylaştırmak için büyük bir arı peteği gibi de düşünebiliriz. Bu analojide çiçek bahçelerinin her biri, farklı bir düşünce merkezini, Kahire’yi, Bağdat’ı, Semerkant’ı, Kurtuba’yı, arılar ise bu düşünce merkezlerine zahmetli yolculuklar yapan âlimleri temsil eder. Tıpkı bal arılarının uzak mesafelerden polen toplayıp kovanı beslemesi gibi, âlimler de farklı coğrafyalardan bilgi ve yorumlar getirerek ortak düşünce evrenini beslemişlerdir. Bir arının taşıdığı polen nasıl ki diğer arılarla birleşerek balı meydana getiriyorsa, âlimlerin şerh ve haşiye yoluyla ortaya koydukları katkılar da ortak bir entelektüel ana akımı oluşturuyor ve sürekliliğini sağlıyordu. Petek tek bir arının emeğiyle değil, kolektif bir çabanın ürünüyle var olur; aynı şekilde Müslüman düşünce dünyası da tekil eserlerle değil, şerh ve haşiyelerle çoğalan, tartışmalarla derinleşen ve nesiller boyu aktarılan kolektif bir birikimdir.
ORTAK BİR ENTELEKTÜEL DİL VE İKLİM İNŞASI
Bu geleneğin önemli bir sonucu da Müslüman coğrafyada ortak bir entelektüel dilin inşa edilmesi, korunması ve aktarılması olmuştur. Örneğin, İbn Sina’nın felsefi metinleri yalnızca kendi çağında değil, yüzyıllar boyunca farklı bölgelerde defalarca şerh edilmiştir. Bu şerhler sayesinde İbn Sina’nın düşünceleri Hindistan’dan Osmanlı’ya kadar geniş bir coğrafyada tanınmıştır. Benzer şekilde, Gazali’nin eserleri üzerine yapılan şerhler ve haşiyeler, onun düşüncesini farklı bağlamlarda yeniden üretirken, İslam düşüncesinin temel sorunlarını tartışmaya açık tutmuştur. Böylece şerh ve haşiye geleneği, yalnızca metinlerin korunmasını değil, aynı zamanda bu metinlerin farklı kültürel bağlamlarda yeniden değerlendirilebilmesini mümkün kıldı. Müslüman coğrafyanın genişliği ve çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, bu ortak düşünce dünyasının sürekliliği büyük ölçüde bu geleneğin gücüyle mümkün oldu. Bir başka deyişle, bu kültür bir tekrar kültürü değil, koruyarak geleceğe taşıma ve güncel meseleleri çözüme kavuşturmak için yorumlama ve yeni açılımlarla yeni meseleleri gündeme taşıma kültürüdür.
Dolayısıyla, bilginin üretim ve aktarım sürecinin sınırlı araçlarla yürüdüğü bir dönemde şerh ve haşiye kültürü, Müslüman toplumların entelektüel sürekliliğini sağlayan en güçlü yöntemlerden biri oldu. Yolculuk yapan âlimler, şerh yazan müellifler, haşiyelerle tartışmayı genişleten öğrenciler ve medreselerde bu metinleri ders halkalarında işleyen hocalar, aslında aynı büyük düşünce dünyasının farklı aktörleriydi. Bu aktörler, farklı coğrafyalarda aynı metinler üzerinden tartışarak ortak bir entelektüel iklim inşa ettiler. Böylelikle, bilginin yayılma hızının yavaşlığına rağmen İslam coğrafyası, şerh ve haşiye geleneği sayesinde kendi iç bütünlüğünü koruyabildi. Tıpkı bir arı kolonisi gibi, âlimlerin uzun yolculuklarla taşıdığı bilgi, farklı petek gözlerinde işlenerek ortak bir bal kütlesine dönüştü. Bu bal, yani bilgi, hem o dönemin âlimlerini hem de gelecek nesilleri besledi. Bu sayede İslam düşüncesi, hem coğrafi genişliği hem de tarihsel sürekliliği içinde bütünlük kazanarak bugün dahi değerini koruyan bir kültürel miras haline gelmiştir.
ASLÎ METİNLERİN ÖNÜNE GEÇTİ
İslam düşüncesinde şerh ve haşiye kültürünün gelişmesinde eğitim sisteminde müfredatın ve okutulacak kitapların belirlenmesi süreçleri de önemli bir pozitif çevrim sağlıyordu. Medrese müfredatında çoğu zaman doğrudan “aslî metinler” değil, onların şerhleri okutuluyordu. Orijinal metinlerin çoğu son derece yoğun, kısa ve özlüydü. Öğrenci için bu metinleri doğrudan anlamak çoğu zaman kolay olmadığından, hocalar genellikle şerhler üzerinden ders anlatırdı. Bir metnin şerhi, konuları ayrıntılı şekilde açtığı, kavramların arka planını verdiği için öğrenim sürecinde daha işlevsel kabul edilirdi. Bunun en bilinen örnekleri arasında, mantık ve kelâm alanında yazılmış temel metinler vardır. Mesela Teftazânî’nin Şerhu’l-Akâid’i, aslında Nesefî’nin kısa bir akaid metninin şerhidir; fakat zamanla o kadar yaygın okutulmuştur ki, asıl metin çoğu talebenin eline bile geçmemiştir. Benzer şekilde, Cürcânî’nin şerhleri, Katib Çelebi’nin aktardığı üzere, medrese müfredatında asıl metnin önüne geçmiştir. Osmanlı medrese geleneğinde de İbn Sina’nın eserlerinden ziyade, onun üzerine yazılmış şerhlerin okutulması benzer dinamikler nedeniyledir. Verilen icazetnameler de şerhlere yönelik olduğu için süreç medrese ve icazetnameler üzerinden çok güçlü bir pozitif çevrime sahipti.
KURUMSAL HAFIZA İŞLEVİ
Şerh ve haşiye yazımı, bir metinle sürekli ilişki kurmayı, o metni tartışmayı, geliştirmeyi ve yeni bir bağlama taşımayı içerir. Bu gelenek, önceki nesillerin üretimini yok saymadan, onlarla entelektüel bir bağ kurarak düşünceyi ileriye taşır. Aslında, geçmişle sürekliliği sağlamanın en güçlü yollarından biri, o geçmişe düzenli olarak atıf yapmaktır. Şerh ve haşiye geleneğinde bu atıf mekanizması organik ve zorunluydu. Bir şerh yazarı, ister istemez metnin her cümlesiyle bağ kuruyor, hatta çoğu zaman önceki şerh ve haşiyelere de atıf yapıyordu. Böylece bilgi, kesintisiz bir zincir halinde devam ediyordu. Bu zincir sadece entelektüel bir bağ değil, aynı zamanda kurumsal bir hafıza işlevi görüyordu.
Şerh ve haşiyelerdeki atıf mekanizması modern akademide atıf sistemi ile aynı işleve sahiptir. Bir makale yazarı, kendi argümanını temellendirirken mutlaka önceki çalışmalarla bağ kurar, onları referans gösterir, bazen eleştirir bazen de üzerine inşa eder. Bu bağ, bilginin sürekliliğini ve ortak birikimin korunmasını sağlar. Şerh ve haşiye yazan âlim, kendi yorumunu ortaya koyarken otoriteyi tamamen reddetmez, onunla konuşur, bazen eleştirir ama çoğu zaman bir gelenek içinde sürekliliği korur. Modern bilimde de yeni bir teori veya buluş, mutlaka önceki literatüre yaslanarak kabul görür. Bir çalışmanın etkisi, ona yapılan atıfların yoğunluğu ile ölçülür; tıpkı bir metnin değerinin, üzerine yazılan şerh ve haşiyelerin çokluğuyla artması ve dolayısıyla medreselerde müfredata girebilmesi gibi. Dolayısıyla, şerh ve haşiye geleneğini modern akademideki atıf zincirinin erken ve farklı bir formu olarak görmek mümkündür. Her iki durumda da entelektüel üretim, bireysel değil geniş katılımlı ortak bir süreçtir.
ZİNCİR NASIL KOPTU?
Modernleşme ile birlikte İslam düşüncesindeki bu süreklilik kırıldı. Modernizm bambaşka bir insan-evren-Tanrı tasavvuruna dayanıyordu. Doğa, artık kutsallıkla ilişkili bir varlık alanı değil, tamamen ölçülebilir ve kontrol edilebilir bir nesne olarak görülüyordu. İnsan, evrenin merkezinde konumlanıyor, Tanrı ile insan arasındaki bağ radikal biçimde kopartılıyordu. Bu paradigma, kendisini hakikatin tek ölçütü olarak kabul ettiği için, diğer bilgi sistemlerini “arkaik” ya da “ilkel” saydı. Yani sorun şerh-haşiye geleneğinin gerçekten işlevsiz olup olması değildi; modernizmin kendi epistemolojisini tek geçerli hakikat olarak dayatmasıydı. Dolayısıyla modernizmin “arkaik” değerlendirmesi, şerh-haşiye geleneğinin doğasına dair bir tespitten çok, kendi bilgi rejimini üstün ve evrensel sayan ideolojik bir tavırdır. Bu dayatmacı yaklaşım, farklı düşünce tasavvurlarının kendi hakikat arayış biçimlerini ve süreçlerini değersizleştirdi ve kesintiye uğrattı. Oysa şerh-haşiye geleneği, tam da modernliğin iddia ettiği şeyin tersine, sürekli yenilenen, geçmişi bugüne taşıyan ve hakikati çağlar boyunca tartışmaya açık tutan bir sistemdi.
Dolayısıyla modernleşme süreci, ülkelerin geçmişleriyle kültürel bağlarından keskin bir kopuşu dayattı ve Batı merkezli yeni bilgi birikimini merkeze yerleştirdi. Ulus-devletlerin inşa süreçlerinde eğitim sistemlerinin yeniden yapılandırılması bu minval üzere gerçekleştirildi. Nasıl medreselerdeki müfredat ve kaynaklar İslam düşüncesinin gelişimini destekleyecek şekilde belirleniyorsa, modern müfredatta bu çevirimi kıracak şekilde yeniden düzenlendi, medreselerde okutulan şerh ve haşiye metinleri kaldırıldı, onların yerine Batı düşünce sistematiğine dayalı müfredat ve kaynak kitaplar kondu. Böylece düşünce geleneğiyle kurumsal bağ koptu. Bu durumda geçmiş metinlere atıf yapılmaz hale gelindi. Atıf yapılmadığında ise sürekliliği sağlayan damar, cılız çabalar dışında ana akımda zamanla karşılıksız kaldı. Hafızası kesintiye uğrayan bir entelektüel iklim ortaya çıktı. Oysa süreklilik, sadece aynı metinleri okumakla değil, onları yorumlayarak günümüzün bağlamına dönüştürerek taşımakla mümkündü. Bu zincir kopunca, yeni kuşaklar önceki tartışmalardan habersiz yetişti. Dahası, geçmişle bağ kurmak, oryantalist retorikle “gericilik” veya “ilerlemenin önünde engel” olarak algılatıldı. Bu yüzden modernleşme, oryantalizmin desteğini alarak geçmişi tasfiye etti. İslam düşüncesinde birikmiş olan devasa entelektüel sermaye, modern bilimsel paradigmada “atıl” veya “geçmişin bagajı” gibi algılatılınca zihinsel olarak da bağ kopartılmış oldu. Sonuçta İslam dünyasının şerh ve haşiye üzerinden kurduğu kolektif hafıza zinciri, hem zihinsel hem de kurumsal düzeyde kırılmış oldu ve köklü bir epistemik kopuş yaşandı.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:13
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 04 Aralık 2025 04:06 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















