İclal Aydın: Kızımın ilk adımını yakalayamadım ama ilk aşk acısında yanındaydım!
Ankara24.com, Hurriyet kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
◊ “Ama Değil, Rağmen” perde açıyor. İlk kez mi tek kişilik bir oyunla sahnede olacaksınız?
- Daha önce “Emanetçi” isimli bir oyunum vardı. Ara ara oynadık, düzenli perde açılmamıştı. “Emanetçi”, babam ve dedem üzerinden bir memleket meselesiydi. “Ama Değil, Rağmen” de babaannem ve benim aramızda bir Türkiye hikâyesi. Benim babaannem 64 yaşında okuma yazma öğrenen, doğduğu yerde ölen bir kadın. Onun ekseninden yine bize dair bir şey anlatmaya geliyorum.
◊ 64 yaşında okuma yazma öğrenmesi bile oradan farklı bir hikâye çıkacağını gösteriyor.
- Tabii, 1918 doğumlu... Mutsuzluk günleri çok yaygın. Büyük sıkıntıların, büyük acıların ardından genellikle benim kariyerimde bir ivme, bir değişiklik olur. Hep aynı şeyi söylemekle bir düşüncenin, bir cümlenin, bir meselenin temsilcisi olmak ince bir çizgide. İnsanların beni gördükleri zaman, beni okudukları zaman iyi şeyleri anımsıyor olmaları aslında bana da çok büyük moral veriyor. Dolayısıyla aslında yine böyle bir hikâye anlatacağım.
Fotoğraflar: Levent KULU
◊ Doğduğu yerde ölen babaanne ile durduğu yerde duramayan bir torun arasında akan bir Türkiye hikâyesi... Peki siz kendinizi bu evrimin hangi noktasında hissediyorsunuz?
- Benim hatıralarımdaki yaşlı babaannemin olduğu yaştayım ben şu anda. Babaannem bütün okuttuğu çocukların, yani “rağmen ülkesi”nin ilk büyük savaşçısı aslında. Babaannemle bir fotoğrafımız var. Ben yaşlarda. Bütün çocukları, torunları, ablasının çocukları, 70 kişi bir aradayız. Ve o fotoğrafın içindeki herkes okumuş. Onun için çok büyük bir zafer fotoğrafı o. Onun o yoklukta, o ‘rağmen’de, gelecek güzel günlere inancı olmasa o fotoğrafın çekilebilmesinin ihtimali yokmuş. Yani yolun, elektriğin, suyun olmadığı Doğu Anadolu’nun bir köyünde 18 çocuk doğurup 9’unu yaşatabilen ve okutabilen bir kadının kahramanlığını düşündüğüm vakit, şu mutsuzluk günlerinde teselli buluyorum.
Sadece babaannem meselesi değil zaten; televizyon programlarında da, kitaplarımda da 30 yıldır okurla ve izleyiciyle güzel bir arkadaşlık kurduk. Birlikte yaş aldık, birlikte mezun olduk, birlikte ayrıldık, birlikte sevindik. Kitaplarla da kalıcı ve bedelli bir ilişki kurduk. Biliyorsunuz sizden daha komik, daha tatlı, daha güzel biri olursa televizyon izleyicisi kumandanın bir tuşuyla öbür tarafa geçer ama okur size vakit ayırır. Emek verir, cebinden para öder. Bizim yıllara dayalı bir ilişkimiz var. Bana baktıklarında onlar kendi hayatlarından neler görüyorlar şu anda... O nedenle de özellikle bugünlerde; yani hepimizin mutsuz uyandığı, her yılın bir diğerinden daha zor olduğu bir dönemde, ben böyle geri dönüp baktığımda benden önce yaşanmış sıkıntıların içinden kendime teselliler bulurum. Bunu da her zaman okurla, izleyiciyle paylaşmışımdır.
◊ Oyunda geçmişe özlem var. Siz en çok neyi özlüyorsunuz?
- Ben her zaman, çocukken bile garip biçimde hep bir gün önceyi düşünürdüm. Yapısal bir şeydir muhakkak. Ama bütün kuşakların ve bütün kültürlerin edebiyatında, müziğinde, sanatında, toplumsal yaşamında daima bir geçmişe özlem vardır. Bunun kendine has bir tadı olduğunu düşünüyorum. En çok yokluğunu hissettiğim şeyi söyleyeyim: Zarafet. Birinin bir başka insanı kırmaktan endişe etmesi. Ya da giderek azalan merhamet ve anlayış. Birini kırmama çabası. Nezaket insana hiçbir şey kaybettirmez. Kendi Foça’mda, sakin, sessiz hayatımdayken unutmaya kıyamadığım şeyler var. İstanbul’a geldiğimde o kıyamadığım şeyleri hatırlıyorum ve çok üzülüyorum. “Ben nasıl yaşadım burada” diyorum.
ALDIKLARIM BENDE KALMASIN ŞU MİRASI BİR AN ÖNCE İLETEYİM
◊ “Ben miras ulağıyım” diyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz?
- Televizyonda program yaptığım yıllarda izleyiciyle aramızda bir ilişki biçimi gelişti. Yakın hissettiler ve beni nerede görürlerse hayat hikâyelerini anlatırlardı. Mesela uzun bir ilişki bitmiş. Adam başkasıyla evlenmiş. Kadın onun hiçbir şeyini atmaya kıyamamış. Her şeyi bir çantaya doldurup bana göndermiş. Benim evim bir ara böyle çuval çuval emanetle doluydu. Anlayacağınız insanlar bana duygularını emanet ederler. İyi bir dinleyiciyimdir. O yüzden bir önceki hikâyenin adı “Emanetçi”ydi. Şimdi işte artık yaşamın bir diğer yarısına geçtiğimde o telaşlarım bitti, kızım da büyüdü. Artık kalan zamanımı, kendimi sorumlu hissederek yaşadığım bir süreçteyim. Aldıklarım bende kalmasın. Şu mirası bir an önce benden sonrakilere ileteyim istedim.
LAL’İN İLK ADIMINI YAKALAYAMADIM AMA İLK AŞK ACISINDA YANINDAYDIM
◊ Hayatınızın ilk yarısı ve ikinci yarısını nasıl anlatırsınız?
- İlk yarısında çok şanslıydım. Ama kariyerimde bazı noktaları iyi kullanamadığımı, güdülerime çok yenildiğimi fark ettim...
◊ Nedir o yenildiğiniz noktalar?
- Başarı hırsı mesela... Bir telaş içindeydim. “Kariyerimi yükseltmem lazım, çocuğuma bakmam lazım, güzel de olmam lazım, süper insan olmam lazım” duygusu. Bu sizi pek çok hataya götürüyor. Hiç tatil yapmadan çalıştığım oldu, kızımın ilk adımlarını kaçırdım. O hâlâ çok ağlatır beni. Ama işte o zaman da öyle olması gerekiyordu.
İkinci yarı ise İstanbul’dan İzmir’e geçişimizle başladı. Lal lise 1’deyken İzmir’e yerleştik. Ben televizyondan uzaklaştım. Annemin hastalığı çok ilerlemişti, ağır bir bakıma ihtiyacı vardı. Sadece yazarak yaşamayı tercih ettiğim bir hayat kurdum. Kendimi bıraktım, kilo aldım, saçlarımı kestirdim, boyatmadım, beyazlarımı gördüm... Lal geldiğinde kapıyı açtım. İlk aşkını yakaladım kızımın mesela. İlk adımını yakalayamadım ama ilk kalp ağrısında yanındaydım en azından. Zamanı değerlendirebildiğim daha sakin bir ikinci yarı başladı. O yüzden o ikinci yarıda, birinci yarıda edindiğim tüm kredilere sırtımı dayayarak mirası sahiplerine iletmek için yaşamaya gayret ediyorum.
‘VALLAHİ HAYRET ETTİM’ DİYEN OKURUMA ÇOK DA KIZAMADIM
◊ Şimdi “Genetiğinde mücadele etmek olan bir nesiliz” diyorsunuz. Siz hayatınızda en çok neyle mücadele ettiniz?
- Her nesil kendi mücadelesini beraberinde getiriyor. Mesela babaanneminki gerçek bir yokluk mücadelesi. Annemle babam biraz varlık, biraz yokluk yaşadı. Benimki varlıkla arada bir yokluk arasında bir memur çocuğu olarak geçti. Bizim çocuklarımız ise varlık sınavları veriyor. Bence en zoru o. Bir insanın mücadele gücü varsa, hayata bağlanıyor. Mücadelenin aslında beni diri tuttuğunu ve beslediğini düşünüyorum.
◊ Mücadelenizde kendinizi nerede başarısız hissettiniz peki?
- Mesela önyargılarla mücadelemde artık çok yorgunum. Yani geçen gün bir mesaj aldım. “İlk defa bir romanınızı okudum. Vallahi hayret ettim” diyerek yazma hakkımı teslim etti. Çok da kızamadım. Çünkü sonuçta televizyondan tanıdı. Bir televizyon ünlüsünün bir dili, bir edebiyat çabası, bir kaygısı olduğunu bilemeyebilir. Geç kalmış da olsa buluşmuş olmaktan mutluyum.
LAL’E GÖRE DİSİPLİNLİ, BANA GÖRE ANLAYIŞLI BİR ANNEYİM
◊ Lal ile nasıl bir anne-kız ilişkiniz var?
- Lal’e göre disiplinli bir anneyim. Bana göre çok anlayışlı bir anneyim. Ama yaşı ilerledikçe daha güzel vakit geçirebilir olduk. Yani o da yol aldı. Annelik sürekli değişiyor. Şimdi de 23 yaşında birinin annesiyim.
YERLEŞİK DÜZENİ KOLAY YIKARIM
◊ İclal Aydın denince sakin, duygusal, melankolik bir profil geliyor aklıma. Bunların hepsi var mı sizde?
- Var. Melankoli beni besliyor.
◊ En çılgın haliniz nasıldır?
- Yerleşik düzeni kolay yıkarım. Çok rahat ev, şehir, ülke değiştiririm. Bir de ani seyahatlerim vardır. Kimisi “Günlerce program yapmam lazım” der. Her koşulun yerine geldiği durumlarda, nereye gideceğimi hiç düşünmeden pasaportumu arka cebime koyup, çanta bile almadan havaalanına gidip millerimle nereye bilet alabiliyorsam gitmişimdir. Tabii bunlar imkânlarınız varsa yapabileceğiniz şeyler. Kimisi mücevher almak ister, ev almak ister, güzel marka giyinmek ister. Ben yatırımlarımı hep seyahatlerime yaptım. Ve özgürlüğüme yaptım.
◊ Kanal D’nin bir dönem ilgiyle izlenen dizisi “Üç Kız Kardeş”le ekrandaydınız. Hem sizin yazdığınız hikâye, hem başrol oyunculuğunuz sevilmişti. O tarz bir proje yine gelir mi?
- Bizim işlerde bir şey vardır; asla düşünmezken bir sabah sizi de hayrete düşüren gelişmeler olur. Şu an televizyona yönelik bir hazırlığımız yok. Uzun bir Türkiye turnesi için bir program yapıldı. 80’e yakın sahnede olacağız. Yurtiçi ve yurtdışı olacak. Bu projede bana hakikaten çok ciddi gönül desteği olan sevgili Tülin ve Serkan’a, yol arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
AŞKTAN KONUŞMAK ARTIK KIZIMIN HAKKI
◊ Hakkınızdaki yorumları okurken size yıllar önce platonik aşk besleyen çok kişi olduğunu fark ettim. Bu konuyla ilgili ilginç bir anınız var mı?
- Ben 26 yaşından itibaren hep çok çocuklu anne rolleri oynadım. Sabah programlarında da konukların müziklerini, hayatlarını konuşabildiğimiz içerikler yapıyorduk o zaman. Dolayısıyla ben hep birisi bana uzun uzun baksa “Herhalde annesi seviyor” derdim. Ben hep kendimi evden birisi olarak gördüm.
◊ Aşkta nasıl bir İclal Aydın var?
- Doğrusu artık bundan konuşmak kızımın hakkı diye düşünüyorum. 23 yaşında. Hani o çok tutkuyla yaşadığım yaşlarımı hatırlıyorum. Bana büyük hatalar yaptıran o 20’li, 30’lu yaşlar... Öfkesi ve sevinci çok yüksek. Sizi batırabiliyor da, çok cesur da yapabiliyor. Aşk bir de galiba çokça umut. O yüzden de çok değerli.
◊ Yaş ilerledikçe daha dingin bir duyguya mı dönüşüyor peki?
- Tabii, 20’ler, 30’lardaki tepkileri çok vermez oluyorsunuz. Karşıdaki gönlü daha anlamaya çabalıyorsunuz. Ben kendi serüvenimde böyle bir şey yaşadım ve yaşıyorum. Ama insan ilişkisi her zaman zor.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:65
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 26 Ekim 2025 09:59 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















