Hızın gölgesinde insan Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
Doç. Dr. Kemal Şamlıoğlu
Zaman, kadrini yitiren bir cevher gibi parmaklarımızdan kayarken, an kıvılcım misali parlayıp sönüyor; idrâk, serapa gürültüye maruz kalarak kendi derinliğinden uzaklaşıyor. Kalbin sükûnu, tefekkürün nefesi dar koridorlarda zor ilerliyor; insan, vakti inşa etmek yerine vakte sürükleniyor. Medeniyet tasavvurunun omurgası hükmündeki mânâ kelimeden çekildikçe sûret büyüyor, hakîkat silikleşiyor ve biz, süratin büyüsüne kapılıp fıtratın sükûnundan kopuyoruz. Her geçen gün, mânâdan uzak her eylem bizi kendi benliğimizin dışına itiyor. Zaman, sabırla kavranan bir cevher olmaktan sıyrılıyor; zihnin tezekkürü, kalbin tahatturu unutuluyor ve insan, kendi tarihinin içinde kaybolmuş bir mütehayyir gibi kalıyor.
Bakışın kıblesi kalpten ekranın ışığına döndüğünde, maziyle ülfetimiz gevşiyor; mebde ile meâd arasındaki uzun hat, saniyelik kesitlere sıkışıyor. Tarih şuûru inceldikçe idrâk zayıflıyor; insan, istikamet duygusunu gündelik telaşın karmaşasında yitiriyor. Bir vakit kelime eşyaya ruh üflerdi; kelime ağırlaştığında düşünce berraklaşır, düşünce berraklaşınca hâl olgunlaşır, hâl olgunlaşınca cemiyet nizâm bulurdu. Şimdi kelime boşalınca mânâ savruluyor; metin yoruluyor, okuma zevki hızın yüzeyine indirgenince marifetle irfân arasındaki köprü sarsılıyor. Her kelime bir vitrin süsü, her cümle geçici bir yankı hâline geliyor. Tefekkürün sabrı aceleyle yer değiştiriyor, anlam anın hızı içinde tükeniyor ve kelâmın hikmeti sönüyor.
HAKÎKAT KESİNTİSİZ BİR HÂTIRANIN SÜREĞİNDE OLGUNLAŞIR
Edebiyat, bir cemiyetin ruh nakşıydı; şiirin sükûtu, nesrin uzun kıvrımı, bir paragrafta gizlenen efkâr insana kendi derinliğini hatırlatırdı. Sayfalar kalbin içine pencere açar, kelimeler insanın iç nizâmını kurardı. Bugün sûretler arttıkça ses çoğalıyor, hakîkatin ağır adımı vitrinler arasında siliniyor. İnsan artık düşünmüyor, yalnız tepki veriyor; her fikir bir saniyelik gösteriye, her kelime bir dijital yankıya dönüşüyor. Söz hikmetten uzaklaştıkça düşünce gövdesiz kalıyor. Düşüncenin gölgesi uzadıkça ruhun alanı daralıyor; insan, zihnin gösterisini kalbin sükûnuna tercih ediyor. Makineleşen çağ, ruhtan çok faydayı kutsuyor; kalbin zamanı yerine fabrikanın ritmini dayatıyor ve insan, üretim hattının bir uzvuna dönüşüyor.
Yeni olan her şey, eskiyi susturarak kendine alan açıyor; yenilik, devamın kisvesinde bir kopuşa dönüşüyor. Oysa hakîkat, kesintisiz bir hâtıranın süreğinde olgunlaşır. Eski, hatırlanması gereken bir kök olmaktan çıkarılıp yük sayılmakta. Yeninin cazibesi, geçmişi bastırdıkça insan hafızasızlaşıyor; hafıza silindikçe istikamet zayıflıyor. Her yenilik, biraz da hâtırayı unutuşa yakın bir eşiğe taşır. Eskinin bilgeliği veri gürültüsüne, geçmişin hikmeti anlık kırıntılara bırakılıyor. Lâkin hakîkat, daima devamın içinden konuşur. Kökü olmayan bir yenilik, rüzgârda savrulan bir yaprak misali tesirden yoksun kalır; sesi yükselir, fakat anlamı kısa sürer.
YENİNİN TEK SESLİ GALEBESİ ESKİNİN HİKMETİNİ GÖLGELİYOR
Sözün düşüşüyle birlikte düşünce de inceliyor. Kelâmın hikmeti kaybolduğunda aklın istikameti bulanıklaşıyor; bugünün insanı, sözün emaneti yerine gürültünün cazibesini öne çıkarıyor. Dijital sûretler arttıkça mânâ çekiliyor; tefekkür, ekrandaki bir hareketin parıltısına hapsoluyor. İnsan, kelimenin taşıdığı hakîkati duymak yerine, sesin uğultusunda savruluyor. Makineleşen zihin, duyguyu ölçüye, sezgiyi veriye tercüme etmeye çalışıyor. Her şey erişilebilir hâle geldikçe değersizleşiyor; mânâ, hesabın soğuk düzeninde sıradanlaşıyor. Bu sebeple çağımız, çeşitliliği taklit eden bir yeknesaklık içinde, insanı benzersiz kılan derinliğini aşındırıyor.
Metal vuruşların yeknesak adımı, düşüncenin metafizik omurgasını sarsarken simülasyon hakîkatin yerini alacak kadar yüksek bir uğultu üretiyor; ekranın parlak yüzeyi, derûnî idrâkin karanlık kuyularına inmeyi güçleştiriyor. Algoritmalar, seçimi kolaylaştırırken iradeyi gevşetiyor; ölçü çoğalırken mizân zayıflıyor ve akıl, faydanın çıplak hesabına kilitlenince kalbin yavaş ve derin nabzı işitilmez hâle geliyor. Kelâm, sır vasfını yitirdikçe kelime bir kabuğa dönüşüyor; gizem çekildikçe iç kudret derin bir sükûta gömülüyor ve mânâ, gürültülerin arasında kesik bir nefesin çırpınışına benziyor. Böylece yeninin tek sesli galebesi, eskiden kalan hikmeti gölgeleyip hafızanın köprülerini inceltiyor; köprüsü incelmiş bellek, istikamet ararken rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi titriyor.
GERÇEK TERAKKİ AKILLA KALBİN BARIŞTIĞI YERDE BAŞLAR
İlerleme fikri bütünüyle idrâkin tekelinde kaldığında gönül gölgede kalıyor. Zihin hükmetmeye, kalp anlamaya yöneliktir; akıl hızla sonuç ister, kalp sabırla hikmet bekler. Aklın büyümesiyle ölçü çoğalıyor, mizân azalıyor; hesap kuvvetleniyor, sezgi sönüyor. İdrak, köksüz bir ilerleme peşinde koşarken gönül, bir an durup nefes almanın unutturulmuş faziletini arıyor. Terakkî, kalbin iştirâkinden yoksun kaldığında mekanikleşiyor; insan, niceliğin efendisi, mânânın yetimi hâline geliyor. Gerçek terakkî, akılla kalbin barıştığı yerde başlıyor; biri düzeni kuruyor, diğeri ruha yön veriyor. Kalpsiz bir idrâk medeniyet kurabilir; zira nizâm kurulur, ama ruh menziline eremez.
Yavaşlığın ilmi, atalete benzeyen bir gevşeme vehmini reddeder; tefekkürü mümkün kılan derûnî bir nizâmdır. Vakti israf eden alışkanlıklar terk edilince nefes genişler, kalp işitir, an hikmete kapı aralar. Günde kısa bir riyâzet, ruhun seyri misali, meşguliyetleri mihverine oturtur; dikkat berraklaşır, tezekkür güçlenir ve insan, vakti tüketen bir aktörden vakti inşâ eden bir varlığa evrilir. İnsan biriktirmek, eşyayı yığmaktan farklı bir sermayedir; muhabbetle kurulan irtibat, hürmetle tahkim edilen meclis, ilim sohbetiyle olgunlaşan muhît, ruhun mertebelerini çoğaltır. Selâm, ikram, nezâket görünmez direkler kurar; gösteri sönükleşir, hakîkat sessizce sözü devralır ve mânâ, kalbin eşiğinde bekleyen misafir yerine evin sâhibi olur.
Medeniyet, taş ile mermerden ziyâde mânâ ve edebin çilesiyle yoğrulur. Mânâ dirilince lisân vakurlaşır, lisân vakurlaşınca kalp sükûn bulur; kalp sükûn bulunca zaman, kadrini yeniden kazanır. Hız geçer, mânâ kalır; kelâmın ağırlığı istikameti berraklaştırır, istikamet berraklaşınca tek tipleşen insanın perdesi aralanır. Farklılığını koruyan, haysiyetle kök salmış bir cemiyet, sessiz bir seher gibi ufukta belirir. Bu seher, kelimenin sabrı, yavaşlığın riyâzeti, fıtratın şefkati ve meşveretin ferâsetiyle doğar. İnsan, kendi içinde kaybettiği vakti yeniden bulduğunda, medeniyetin kalbi bir kez daha uyanır.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:32
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 13 Kasım 2025 04:05 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















