Güzel sanatlar tezleri üzerine
T24 kaynağından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com açıklama yapıyor.
Yaşam ve sanat doğaları gereği birbirini besler, kışkırtır, çelişkilerini çoğaltır. Her ikisinin de değişmez dinamizmi, sürekli yenilenir oluşundadır. Dış dünyadan edindiğimiz tüm uyaranların, iç dünyamıza yansımalarını, süreçlerini ve bir anlatıya dönüşündeki örtüşmelerinin, tutarsızlıklarının ve bilinmezliklerinin kolayca tespitinin yapılamayacağını, her yaratıcı insan, bunun olanaksız olduğunu ancak, denenebilir olasılıklarının olduğunu bilir.
Yaratmanın doğası tanımlanabilir bir bağlam değildir. Olasılıkları vardır. O yüzden yaratmanın doğası bir sorunsaldır, çünkü hem kişisel hem toplumsal hem de zamansal özelliğinden dolayı tek yanıtı yoktur. Geçmiş deneyimler, tarihsel veriler, güncel gözlem ve edinilen bilgiler, ancak yaratmanın olasılıklarını sınamak için bir ölçüt olabilir. Her sanatçı, nasıl etkilendiğini, nasıl yarattığını deneyim, gözlem ve yapıtlarında aldığı sonuçlar doğrultusunda bir düşünceye, bir bakış açısına sahip olduğunu ifade eder. Etmelidir de. İzlenen yolun doğruluk payı vardır, ancak bu, bir adresin tarifine veya evin giriş kapısına benzetilebilir. Özellikle yaşanmış veya yaşantıdan aktarılmış aşırı duygusal uyaranların aktarımında dikkatli olunması gerekir. Aşırı duygusal açıklık, kişinin zayıflığını ve eserin açılımını engelleyebilir. Kuşkusuz gerçekçi ve inandırıcı olma isteği ile yola çıkmış kişinin içten duyguları olarak kabul edilebilir bu ifadeler, ama aşırılıkların ve doğrudan aktarımların yapıtın çoklu anlamına giden yolu tıkadığını da anlaması gerekir.
Her yapıt bir kaygının sonucudur elbette, ama o yapıtı bu kaygının yalnızca duygusal uyaranlarıyla açıklamak o yapıtın baştan ölümünü ilan etmek demektir. Yapıt, yaratma kaynağını reddeder. Yapıt, sanatçının niyetiyle sınırlı değildir. Yapıt, sanatçısını aşar. Yapıt, kısaca zamanlar üstüdür. Yapıt sanatçının kişisel yaşamının açıklaması değildir, onu aşması gerekir ki Carl Gustav Jung’un da belirttiği gibi, “bir sanat yapıtında önemli olan, kişisel yaşamın çok üstüne çıkması ve insanlığın ruhuna, kalbine hitap etmesidir.” Kişisel yaşantıdan yola çıkılmış çok örnek yapıt vardır. Ama onlar, sanatçısından bağımsız, çoklu anlama açık, duyarlı anlatımla insanlığın hikayesine eklenmiştir.
Yapıtlarda önceliğe sahip her duyguda akıl, her akılda duygu kendisine bir zemin bulur. Duyguların sanata yansıması konusuna ancak tutarlı bakışla bir bağlam oluşturularak yaklaşılabilir. “Duygularımız düşüncelerimizi keskinleştirirken düşüncelerimiz de duygularımızı arıtır” (B. Brecht). Bunun için de sanatçının ne yaptığının ve nasıl yapacağının farkındalığını artırması, araştırmacının da kendi duruşunu ve ele alacağı sorunu ortaya koyup çeperinde dolaşarak karşılaştırma yapabileceği sabit bir noktaya ihtiyacı vardır. Bu sabit noktayı Kemal Kartal, “kazıkla bir yere bağlanmak” metaforuyla açıklar. Kazıkla bir yere bağlanmak, iyi bir araştırma için gerekli ve en iyi öğrenme yöntemlerden biridir. Bu araştırmanın da kazığı fark ettiğiniz gibi duygular; duygular yoluyla sanata yaklaşım. Yaratıcının duyguları yapıta ne derece yansır. Yapıtta ifade edilen şeyler doğrudan duyguların karşılığı olarak belirtilebilir mi? “Duygu kendiliktir, yani Güçtür veya niteliktir. Bu bir ifade edilendir: Duygu ondan [ifade edilenden] ayrılsa bile, onu ifade eden bir şeyden bağımsız olamaz” (Gilles Delauze ) Dolayısıyla duyguları yansıtmak da değerlendirmek de düşünce ve kurguyla tasarlanmış bilinç gerektiren bir yol-yordam sorunudur. Ancak böyle bir yöntem ve duyarlılıkla konu (yapıt-metin) arzu edilen niteliğine kavuşturulabilir. Otobiyografik izlenimli, içsel deneyim odaklı bir anlatım, elbette yazınsal olarak edebi bir boyutta yazılabilir, ancak bunun görsel dile dönüşen yapıtın açıklaması gibi yapılması oldukça indirgemeci bir tutum olur. Sanatın anlamını tutarlı verilerle ve öznel yorumlarla ortaya koyabilmek derinlemesine bir çabayı gerektirir.
Sanatın öznel olarak işlediğini ön görmek, tekil sonuçların, bilimin kanıt sunma yöntemi kadar geçerliliğini kabul etmek gerekir. Bu, her disiplinin kendi doğasına özgü farklılıkları olduğunu öngörmek demektir. Öznel bakış, çoklu anlam ve anlamlandırma sanatın doğasına özgüdür. Bilim kanıt ve tutarlılık, sanat ve felsefe ise çok anlamlılık (Foucault) üzerinden yürür. Bilim ve sanat bir ikilem oluşturmakla birlikte her ikisi de birbirini dışlayan, karşıt alanlar değildir. Sanatta akıl yürütmeyle alınabilecek kavramsal sonuçlar elbette vardır ki son yüzyılın sanatı bunun güçlü örnekleriyle doludur. Duyguların öncülüğünde ifade de aynı şekilde. Bilim ise gözlem ve deney yoluyla fiziksel ve doğal dünyanın yapısı ve davranışının değişimini sistematik olarak inceleyen kuramsal ve uygulamalı bir etkinliktir. Bilimde duygunun yeri neredeyse yoktur, sanatta duygu kaçınılmazdır. “Her iki alan da insanlığın evrenle olan iç ve dış ilişkilerini insan perspektifleri aracılığıyla anlama ve ifade etme ihtiyacını ifade eder. Her ikisi de keskin gözlemler, deney ve yöntemler kullanır. Her ikisi de insan kalabilmenin sürdürülmesi ve tanımlanması açısından yaşamsal önem taşır. Görünüşe göre, ikisi de alana özgü niyetleri ve kesin uygulamaları bakımından farklılık gösteriyor.”
Sanat gibi bilim de ikilik (dikotomi) yaratarak yeni düşüncelere yol açtı ve etki alanını genişletti. Copernicus’la dünyanın evrenin merkezi olmadığının, Darwin’le insanların yaratılışın değil, evrimin bir ürünü olduğunun, Marx’la insanların toplumsal ilişkileri üreten varlıklar değil, bu ilişkilerin ürünü olduğunun, Freud’la bireylerin tercih yapan bilinçli failler değil, bilinçdışı arzuların ürünü olduğunun farkına varmış olduk. Düşünce devrimleriyle birlikte araçların da devrimci bir yapıya sahip olduğunu ve görme biçimimizi nasıl değiştirdiğini kavramış olduk. Teleskoptan mikroskopa, renk tayfından boya tüpünün keşfine, röntgenden fotoğrafın yüzeye sabitlenişine, dijital teknolojilerden yapay zekaya kadar olağanüstü buluşların görme biçimimizi nasıl değiştirdiği gözler önündedir. Günümüzdeki dijital teknolojiler, özellikle etkilerini şimdilik sezebildiğimiz yapay zekâ tasarımları hayal bile edemeyeceğimiz yeni olasılıkların habercisi.
Sanatın yöntemlerinden birçoğu bilimsel sürece benzeyebilir veya bunun tersi de geçerlidir. Klasik sanat formlarında bulunan denge ve düzenin matematiğe benzediği, doğanın sistematiğinde ölçülebilir olan altın oran, resimlerin kompozisyonlarında da görülür. Aslında pek çok sanatsal çaba, öngörülebilir bir sonuca ulaşmak için tasarlanan bilimsel denemelere benzer şekilde, tekrarlanan deneylerle ortaya çıkan sonuçları, yapısal bileşenleri, deneyim ve gözlem yoluyla bilgiye dönüştürme, belirli bir içerikte kavramsallaştırma yaklaşımıyla test edilebilir. Niyetim, bu iki alanın her birinin yöntemlerini birbirine yaklaştırmak değil, alanların öznel yapılarının farkındalığını artırmaktır. “Bilim ve teknoloji sanatın düşmanı değil yoldaşıdır. Hem insan olmanın ne demek olduğunu tanımlar ve korur, hem de anlamlı varoluşumuza meydan okur.”
Bilim ve sanat arasındaki bu ikilik sanat ve yaşam arasında da vardır. Bir güvercin anlatısı vardır, güvercin havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Sanat ve yaşam bu göndermedeki gerçekliğin iki ayrı yüzüdür. Sanattan yaşamı yaşamdan sanatı çekerseniz ikisi de ciğer gibi söner. Kurgulayarak ifade yaşamla sanat arasında köprü görevi görür. Kurgu, duyguların ve düşüncelerin gelişigüzel dağınıklığını anlamlı bir bütüne çevirir. Duygular bilinçle, düşünceyle ve belirli bir kurguyla ele alınmaz ise “duygusal” olur. Örneğin kiç resim, arabesk müzik örnekleri gibi. Duygusal olaylara dayandırılan abartılı yaklaşımlardan ne hikâye ne şiir ne müzik ne de görsel bir yapıt ortaya çıkmıştır. Geçirdiğimiz yaşantı izleri, travmalar ve acılar yapıtlardan bağımsız sanatçı anılarında dile getirilebilir. Yapıtlarında bunlar görselleştirilebilir. Van Gogh, Frida Kahlo ve Yayoi Kusama örneği gibi. Sanatçının yaşamı acaba yapıtın niteliğine ne kadar hangi açılardan sirayet eder. Bir nebze etkisinden dolaylı söz edilebilir. Doğrudan bir ilişkisi aramak yanıltıcı olabilir. Yapıtların da yaratıcısından bağımsız, onu aşan, kendilerine özgü dünyaları vardır.
Sanatta yaratıcı öznellik ve bu konuda yapılan hem yaratan hem okuyan tarafından tutarlı argümana sahip tüm görüşler ‘geçerli sanat olguları’ olarak kabul edilmeli. Alanın öznel yapısı gereği, akademide veya akademi dışında edebi veya görsel anlatı metinleriyle akademik metinlerin çatışması bu ikilik dinamiği üzerinden yürümektedir. Başta YÖK’ün ve her üniversitenin dayattığı nesnel kısıtlar dışında, her alan, kendi tezlerinin yöntem ve araştırma tekniklerini merkeze alarak diğerlerini kendilerine benzetmeyi ve alanın farklılıklarını anlamaktan uzak, ısrarcı tutumu sürdürmektedir. Aynı şekilde “akademik yükseltme” ölçütlerinde de disipline saygı gösterilmeden kendi doğrularını dayatan yönetimler bulunmaktadır. “Bir tez nedir? Gelgelelim sayısız önyargının kurbanı olmuş bir türe saygı göstermek için belki de tez biçimlerinin çoğulluğu üzerinde ısrar etmek, tezin özünü tanımlamaktan daha değerlidir.” Önyargısız çoğulluğu kabul etmek, ortamı ve araştırmacıyı özgürleştirecek, tezlerde yapılabilecek sınır denemelerinin de yolunu açacaktır.
Biliyoruz ki tez dediğimiz şey, akademik ortamın hiyerarşik yapısını belirleyen ölçütlere uyarlandığından bu yana sürekli kan kaybetmektedir. Günümüzün gereksinimleri doğrultusunda üniversiteler, akademik tezle yeni, özgün bir buluş ve yaratım ortaya koymaktan çok uzaklaşmıştır. İddiasız metinler çığ gibi büyümektedir. Atıf yapılmamış milyonlarca tez var. Alanın öznel dinamizmine katkı sunamayan, yaşama, gerçekliğe dokunamayan ‘yapmak için yapılmış’ tez çöplüğü dağ gibi büyürken bundan yararlanarak yetki almış ‘niteliksiz akademisyen’ de maalesef ortamın belirleyicisi ve yönlendiricisi olarak akademik ortamın enerjisini somurmaktadır. Yeni gelişmelere kapalı ve baskıcı hiyerarşik yapı, ne yazık ki bu durumu olması gereken gibi sunmakta ve değişimi engellemektedir. Buna her aşamada siyasallaşan sistemi de ekledik mi varın gelinen noktayı siz düşünün. Charles Coustille’nin Antitezler kitabında da vurguladığı gibi, yaratımdan uzak akademisyenler tali bir duruma sıkışmış, prangalı mahkumlar haline gelmiştir. Hayal gücünden yoksun ve kuralların kölesi haline gelmiş, yaratıcı olmayan tekrarcı aktarımın çürütücü tutsağı olmuş, olamadığı entelektüel baskıyı aşmak için burjuva konforuyla kamufle olmuş gülünç karakterlere dönüşmüşlerdir. Üniversitelerimizde kaybettiğimiz özgür düşünce, ifade özgürlüğü ve araştırıcı - yaratıcı ortam eksikliği gittikçe içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Deneyim, gözlem, tartışma, uygulama ve en önemlisi yaratıcı edimden yola çıkacak özgür ortamları yaratmadan, bunu aşma olanağı zorlaşmaktadır.
1980 askeri darbesinden sonra YÖK’ün kurulması ve güzel sanatlar akademilerinin fakülteleşmesi sonucu akademik hiyerarşi oluşturulmuş, o güne kadar unvansız hocalar (öğretim görevlileri), ertesi gün profesör, doçent unvanlarıyla, bilmedikleri akademik hiyerarşinin yetkileriyle donanmışlardı. Kişisel çabalar dışında bir sayfa yazı yazmayan öğretim üyeleri danışmanlık yapmaya başlamış ve tez yazım kurallarının belirleyicileri olmuşlardı. Sanatta Doktora çalışması veya tezi denmesine hem kendileri hem de bağlı oldukları enstitü karşı çıktığı için “Yüksek Lisans Eseri Raporu”, Sanatta Yeterlik Eseri Raporu” gibi (ki hala içeride ve yurtdışında konsensüsü sağlanamamış olduğundan ucube adıyla gülünç durumlara düşülmüş çok olay anlatılır) adlarla ötelenmiştir. Kuşkusuz iyi niyetle hocalarımızın, sanatı – sanatçıyı akademik tez tutsaklığından kurtarmak için bu yolu seçtiğini düşünebiliriz. Ancak süreç lehimize olmaktan çok tersi yönde ilerlemiştir. Sanatta Yeterlik Eseri Raporu diploması, doktoraya “eşdeğerdir” denilir, ama aynı kurum, “Dr. unvanı kullanamazsınız” diye dayatır. Biz yazarken Dr. unvanını kullanamayız ama bize ulaştırılan her yazıda Dr. unvanı eklenir. Hoş, heveslisi değiliz unvan kullanmanın, ama bu işin tersliğini vurgulamak, çelişkisini göstermek için belirtmekte yarar var.
Üniversitelerde yapılan görsel sanatlar üzerine yapılan tez/rapor metinlerinin tartışmalı oluşu, hep bu ikili görüş ayrılıklarının sonuçlarıdır. Bizde de bu tartışma hem alanın uzmanlarınca hem de bilim dünyasınca devam etmektedir. Akademik alanda yapılan sistemli tez araştırmalarına karşın aynı kulvarda yapılan görsel sanatların tezleri nasıl olmalıdır? Tez denilebilir mi? Görsel sanatlar dışında bilim dallarındaki lisansüstü uzmanlık gerektiren tezlere göre, bir sanat tezi planı ve içeriği ile ne kadar akademik ölçütleri yansıtmalıdır? Seçilen konunun tarihsel ve görsel verileri, felsefe, sanat, psikoloji ve diğer disiplinlerle kurulan bağı akademik bir araştırmanın sınırları içinde değerlendirilebilir. Araştırmanın niteliği, disiplin ayırmaksızın danışman ve öğrencinin kapasitesiyle sınırlıdır. Ancak güzel sanatlar tezlerini, sanat tarihi ve kuramları tezlerinden ayıran en temel özellik adayın sanatsal kaygıları doğrultusunda belirlediği konunun uygulama gerektiren bölümü ve bu bölüm üzerine öğrencinin yazdığı metindir. Bu bölüm genelde ve istenilen beklentiyle, akademik tez disiplininden uzaklaşır ve son derece öznel bir bakışın yorumuyla sonuçlanır. Konu dışında, tezin içeriğinde sunulan uygulamaların (yapıtların) özgün, üzerine yapılan yorumların ise kişisel tespitlerle sonuçlandırılması beklenir. Yani, ‘olmazsa olmaz’ bu yaklaşımda ısrarcı olmak, yaratıcı bir edimle araştırmacının, sanatsal dil oluşturmasını ve tutarlı bir yazınsal denemeyle sanatını temellendirmesini bekleriz. Bu tutum ileride sanatçı –akademisyen olacak kişinin özgür iradesine saygı gereğidir.
Bu tartışmalara bazen tezin anlatım dili de eklenir: Birinci tekil kişi olarak yazmak mı daha tutarlı olur, üçüncü tekil kişi yöntemiyle yazmak mı daha akademik dile uygundur. Hangisi tez kapsamında daha akademik kabul edilir: “Düşündüm, düşünüyorum” mu yoksa “…düşünüldü, …araştırmacı (yani kendisi) düşünmektedir” mi? Her ikisi de ilgili alanların gerektirdiği dil kullanılarak uygulanabilmeli. Danışman ve jürinin bu bölümdeki nihai görüşü, metnin anlaşılır yazım kurallarına uygunluğu, sanatsal dil ve metnin anlam bütünlüğünün kurulup kurulmadığı üzerine olması gerektiğini düşünüyorum. Sanırım güzel sanatlar tezlerinin ya da edebi tezlerin en önemli ve özgün yanı kişinin uygulamaları ve bu uygulamalar üzerine kendi öznel görüşünün yansıtıldığı bölümlerdir. Bazı güzel sanatlar alanındaki tezler, araştırmacının kendi sanatsal uygulamalarına yer vermeden yapılmaktadır. Dolayısıyla güzel sanatlar alanında yapılmış ama, temel disiplininden uzaklaşmış sanat tarihi, felsefe, psikoloji veya sosyoloji alanındaki tezlere benzemeye çalışan, ‘yetersiz, alanın uzmanlığından bihaber, nitelikten yoksun tezler’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Güzel sanatlar alanında yapılan tez çalışmalarında (özellikle resim, heykel, seramik gibi veya yaratıcı bir edimi merkeze alan alanlarda sanatçı-akademisyen yetiştirmeyi amaçlayan lisansüstü programlarını merkeze alıyorum) birlik sağlanamadığından tartışmalar sürüp gitmektedir.
Bunun yanı sıra güzel sanatlar alanında yapılan tezlerin metin kısmında, çelişki gibi görülen bir ikili durum daha dikkat çekmektedir: Metnin içeriği bilgi ağırlıklı mı (akademik) kişisel duyguların yansıması mı (edebi) olmalı? Kişisel yaşantıların duygusal boyutlarının, tezini sunan öğrencinin görsellerinde doğrudan görünmeyen ama, varmış gibi metinde yansıtması, bu alandaki uzmanların bile anlaşamadığı bir konudur. Kimi tezlerde, ele alınan görsellerin yorumu, sanatsal bakışın yansıması olarak dil-biçim-içerik yönünden çok, okuyucusunu veya izleyenini manipüle etmek üzerine kurulduğu görülmektedir. Konu anlatımında bazı araştırmacılar, çocukluk travmaları, duygusal karşılaşmalar, hüsranlar, yalnızlık ve acılarla desteklenmiş bir metin aracılığıyla, yapıtlarının içeriğini zenginleştireceği düşüncesiyle, psikoloğa veya psikiyatra anlatır gibi bir çaba içerisinde olabilmektedirler. Kişinin akademik ve edebi bütünlük oluşturması gereken dile karşı yalnızca edebi ve öznel bakışın kaynağını verme isteği zaman zaman tartışmalara neden olmaktadır. Bazen danışmanından da destek alan ve jüride ısrarla bu tavrı sürdürmek isteyen öğrenciler, duygusal içerikli, yaşantı gözlemlerini abartılı ifadelerle aktarmanın, yapıt içeriğini açıkladığı yanılgısıyla ısrarcı olabilmektedir. Ancak, bu doğrudan indirgeme yoluyla kurulmaya çalışılan bağ, özellikle görsel sanatlar alanındaki yapıtların dilini, sanatsal ifadesini ve biçim-içerik niteliğini zayıflatmakta ve yapıtın içini boşaltmaktadır. Edebiyatta ‘olay’ (hikâye-konu) ve ‘olay örgüsü’ (tasarım) kavramlaştırmasından hareketle söylersek, anlatılan hikaye, olay örgüsüyle kurgulanmazsa, ne kadar içeriği zengin olsa da eksik kalır. Sanatsal niteliği artırmaktan uzaklaşan metin veya yapıt açıklaması, ortaöğretim müsameresine veya piyesine benzeyebilir.
O halde yapılan tezlerde görsellerin yorumlanmasında (hele de kişinin kendi yapıtları hakkında düşüncelerini açıklıyor olması) yapıtların yaratım süreçlerindeki kaynaklar, bilgi ve eylem bütünlüğü nasıl sağlanmalıdır? Öncelikli olarak görsellerin kendilerine özgü anlam katmanlarını, ‘çoklu anlam açıklığı bırakma’ yöntemini kullanarak, izleyicisine, okuyucusuna yeni, farklı bakış olasılıkları sunma yollarını artırabiliriz. Yapıtı gerçekleştirenin öngörülerinde, yapıtta ve yazınsal yorumunda, görsel dilin, görüntünün morfolojik ve fenomenolojik gizemini korumak gerekir. Çoklu anlam açıklığı yöntemi kullanmak hem yaratıcının yapıtını oluştururken düşünmesi gereken bir yol-yordam hem yazınsal veya sözel yorumlarında sanatçının (araştırmacının) alımlayıcıya karşı sorumluluğu gereğidir. Ebette yapıtlarla yüzleşen, deneyimleyen alımlayıcının tavrı da önemli. Octavia Paz’ın bir cümlesi bizi destekler: “Yazar [sanatçı] yapıtını yaratır okuyucusu da [izleyicisi] döner onu yeniden yaratır.”
Önerdiğim, çoklu anlam açıklığı yaratma yöntemi, anlamlandırma katmanlarına ulaşma ihtiyacını kışkırtır. Bu yöntem sanat yapmanın da yapıtı anlamanın da zekâ işi olduğunu hatırlatır. Düşündüren, yaşama dokunan, kışkırtan imge, gizemini bünyesinde taşır ve ne söylenirse söylensin gizemiyle birlikte yol alır.
Kurgu ile gerçek arasındaki ilişkiye (çelişkiler, farklılıklar veya örtüşmeler bağlamında) odaklanıldığında, kurgu, gerçeğin karşıtı değil, gerçekten yola çıkan ama kendi gerçekliğini kabul ettiren diyalektik bir süreçtir. Günlük hayat yaşanır, tükenir ve geçmişin karanlığında kaybolur. Ancak sanat ki yani kurgu günlük hayatı aşar, geleceğe taşır ve karanlığa karışan gerçekliği yeniden anımsatır.
Bir düşünce, bir tasa(rım) üzerinden bir kurgu oluşturuyorsun. Zihninde bir sınırı var. Belirsizliklerle dolu bu sınırı aşan bazı tahmin edemediğimiz etkiler ortaya çıkabiliyor. Bunun heyecan veren yanına duyarlı yaklaşmak gerekir. En güzeli de başkalarının senin yapıtında hiç düşünmediğin farklı düşünceler ortaya atmasıdır. Bu, bence ortaya çıkardığın yapıtın–sanatçısına rağmen- nefes aldığını ve her karşılaşmada yenileneceğinin güvencesi gibi.
S. Kemal Kartal, Yöntembilim, Okumayı, Yazmayı, Bilmeyi, Araştırmayı Biliyor muyuz? 2015, Detay Yayıncılık
Gilles Delauze, Sinema I, Hareket-İmge, Çeviri: Soner Özdemir, Norkung yay. 2014, s. 132
John G. Thomas Amador Legaspi, 2007, “Preferential States of the Dichotomy of Human Nature: Art and Science”, Forum on Public Policy a Journal of the Oxford Round Table, Psychology, Epistemology, Newspaper,The Arts,
A.g.e., “Preferential States of the Dichotomy of Human Nature: Art and Science”
Charles Custille, 2021, Antitezler…, Çeviren: Ahmet N. Bingöl, KÜY, s. 201
A.g.e., s. 11-12
Bu konuda yapılan tartışmalarda yer yer ‘duygusal’ içerikli metinlerin kabulünde yaşanan çelişkili durumlar nedeniyle, jüride olmak istemeyen veya çekilme talebi ileten hocalar olduğu deneyimle sabittir. Tersi de aynı şekilde, uygulaması olan bir alanda uygulaması olmayan kuramsal bir tez örneğinde de durum aynı olabilmektedir.
Bir öğrencimiz tezinde akademik mastürbasyon yapmak istemediğini belirtmişti.
‘Çoklu anlam açıklığı bırakma’ yöntemi, U. Eco’nun Açık Yapıt düşüncesinden, Foucault’nun sanatta “çok anlamlılık” Susan Sontag’ın “yoruma karşı” yeni yorum önerilerinden, sevgili dostlarım Cezmi Koca’nın cesaretlendirmesinden, Beliz Güçbilmez’in “Manyetik Alan Metodu”ndan esinle bir kavramlaştırma denemesi olduğunu belirtmeliyim. İleriye doğru çalışma planlarıyla bu yöntemi daha öznel kılabileceğim olasılıkları deneyeceğim.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:34
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 27 Aralık 2025 19:09 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















