Ekim ayında sanat ajandamda ne vardı Kültür Sanat Haberleri
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
İstanbul’un sanat gündemini takip etmeye devam ediyorum. Yoğun geçen ekim ayında izlediklerimi, dinlediklerimi ve gezdiklerimi derledim.
Üç Kız Kardeş’e modern yorum
Ayın ilk etkinliği, Claphall’de izlediğim YUSTUDIO yapımı "Olga, Maşa, İrina: Yine Üç Kız Kardeş" oyunuydu. Anton Çehov’un “Üç Kız Kardeş”inden hareketle yazılan ve sahnelenen oyun, modern bir yorumla izleyiciyle buluşuyor. Moskova hayaliyle yanıp tutuşan üç kardeşin değişmeyen memleket özlemini, ironi ve mizahın iç içe geçtiği sahnelerde izliyoruz. Oyun, zaman değişse de insanın özlemlerinin pek değişmediğini; asıl olanın yaşamak ve bunu keyifle yapmak olduğunu hatırlatıyor. Hızlı başlayan oyunun ilk on dakikasına neredeyse odaklanamadım. Belki de günümde değildim. Oyuncuların temposu sahneyi bir yere kadar diri tutsa da, bazı tekrar eden replikler ve geçişler dikkatimi dağıttı. Ecegül Karadeniz’in sahnedeki soğukkanlılığını çok beğensem de, Ceren Çiçek mi daha iyiydi, karar veremedim.
Sahnede hep kendi hikâyemiz olsun
Tiyatro sahnesinde Türk yazarların hikâyelerini görmek beni çok mutlu ediyor. Bu yıl en çok tek kişilik oyunlardan keyif aldım. Ayın en iyi yapımı kesinlikle Gözbağcı'ydı. Alan Kadıköy’de sahnelenen oyun hakkında, izlemeden önce çok olumlu yorumlar duymuştum. Sertaç Sayın’ın yazıp yönettiği oyunun diğer yönetmeni ise Melih Salgır. Ankara’daki bir yuvada büyüyen Kübra’nın sihirbaz olma isteğiyle şekillenen hayatını, tüm iniş çıkışlarıyla izliyoruz. Kübra’nın çocukluktan gençliğe uzanan yolculuğu, ülkenin geçirdiği siyasal ve toplumsal dönüşümleri de yansıtıyor. Oyuncunun salona girerken seyirciyle tek tek kurduğu temas, yakınlık hissini ve hikâyeyle bağı güçlendiriyor. Ancak bu temas, bazı sahnelerde gereğinden fazlaydı. Seyircinin de bu tür tatlı temasları manipüle edip kişisel bir alana çevirmemesi gerektiği kanaatindeyim. İzlediğim gün bu durum sık yaşandı ve dikkatim dağıldı. Oyun 80 dakikada tüm hikâyesini anlatıyor. Oyun ilk sahnelendiği günden bugüne kendini geliştirmiş. İlk izleyicilerden duyduğum ‘sahneler uzun ve dağınık’ yorumlarını ben izlediğim gün hissetmedim. Yalnızca seyirciyle sohbet bölümü biraz kısaltılırsa çok daha akıcı olur. Zira oyunu arkada izleyenler konuya dahil olmayınca pek de bir şey anlamıyor. Özetle, gözbağcılık (yani sihirbazlık) yapan bir kızın el çabukluğuyla sahnelediği gösteri, aslında kendi hayat hikâyesine dönüşüyor.
İlk defa ışık tasarımı beğendim
Ekim ayının diğer oyunları ise Devlet Tiyatroları’nın “Kapıların Dışında”sı ve Oynak Kumpanya’nın “Phedra’nın Aşkı” oldu. Afife Ödülleri’ne altı dalda aday olan Kapıların Dışında, orijinalinden farklı bir sonla izleyiciye sunuluyor. Işık tasarımı ve müzikleriyle beğenimi kazanan oyun, Wolfgang Borchert'in yazdığı tek tiyatro oyunu olarak biliniyor. Oyun, İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkesine dönen Çavuş Beckmann’ın hayata uyum mücadelesini anlatıyor. Cephede yaşadıklarının izini silmeyen Beckmann, döndüğü hayata tutunmakta zorlanıyor. Eski hayatında kendine yer olmayan Çavuş, döndüğünde yeni bir hayat da kuramaz. Ya da kurabilir mi? Işık tasarımını Akın Yılmaz’ın, müziklerini Fırat İkisivri’nin yaptığı oyunda, duygu geçişleri etkili bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. Beckmann rolündeki Can Yılmaz’ı başarılı buldum.
14 yıl sonra yeniden Ayna
İlk kez 2011’de Konya’da dinlediğim grubu, bir süredir canlı dinlemek istiyordum. İş Sanat’ın İş Kuleleri Kibele Çeşmesi Heykeli önünde ücretsiz düzenlediği “Cuma İş Çıkışı” konserlerinin sonuncusunda sahne alacağını duyunca hemen gittim. Konserde, grubun her şarkısı ezbere söylendi.Yılların eskitemediği grup, “Tırtıl”dan “Severek Ayrılanlar”a, “Gelincik”ten “Akdeniz”e kadar şarkılarını dinleyicileriyle hep bir ağızdan seslendirdi. “Eski şarkılarda ne var” diye düşündüren bir geceydi.
Çocukluğunun akvaryumunu balıklarla doldurdu
Ressam Ali Emre Kaymak, babasıyla çocukken geldiği Gülhane Sarnıcı’ndaki anılarından hareketle hazırladığı “Sarnıç” sergisi sanatseverlerle buluştu. Ressam, cocukken akvaryum olarak hayal ettiği sarnıcı, yıllar sonra birçoğunu bugün göremediğimiz balıklarla çevreledi. Açılışına gittiğim sergide sanatçı sergiyi şöyle tanımlamıştı: “Burada birçok balığın bendeki hatırasının birleşimi var.” Oğlunun iki dijital eserinin eşlik ettiği sergide sanatçı da şunu sorgulamamızı istiyor: İstanbul’un suyla ve balıklarla ilişkisi ne? Bu kentin hafızasında bunlara dair hangi izler kaldı?
Zeki Müren şarkısı duysak fena olmazdı
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 90. yılını özel bir konserle kutladı. Doksan yıl boyunca müdürlük çatısı altında faaliyet gösteren kurumların yer aldığı konserde baleden tiyatroya, korodan heykele kadar sanatın farklı dallarından üretimler izleyiciyle buluştu. Yapay zekâyla hazırlanmış dijital görseller, kurumun köklü geçmişini yansıtırken; sahnede de bu sanat dallarının canlı örnekleri sunuldu. Koronun eşlik ettiği konser, katılımcıları bir yıldan bir yıla götürdü, duygular arasında gezdirdi. Konserde Emel Sayın ve Melihat Gürses gibi yaşayan sanatçılarımızı sahnede görmek çok anlamlı olurdu kanaatindeyim. Öte yandan, yapay zekâlı görsellerin sınırlı tutulup gerçek fotoğraflarla desteklenmesi çok daha etkileyici olurdu. Konser sonrası görüştüğüm dostlarımın şu fikrine ben de katılıyorum: “Keşke bir Zeki Müren şarkısı duysaydık.”
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:80
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 09 Kasım 2025 17:07 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















