Bölgede.. Medyada.. Gölge Boksu!
Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com açıklama yapıyor.
Çerçevede boks eldivenlerini takmış, var gücüyle yumruk sallayan bir adam görüyorsunuz. Çerçevenin biraz daha genişlemesini ve adamın “rakibinin” kim olduğunu görmeyi bekliyorsunuz. Nafile. Zira ortada gerçek bir karşılaşma, görebileceğimiz bir rakip yok.
Mesela; İsrail, Yunanistan, dünyanın Kıbrıs Cumhuriyeti dediği bizimse Güney Kıbrıs Rum Kesimi adını verdiğimiz üç ülke Akdeniz’de işbirliği için buluştu. Erdoğan “Bizim nazarımızda teneke tıngırtısından farkı yok” dedi. Ama attığı yumruk havaya gidiverdi.
Derken, Akdeniz savaşında Türkiye’nin partner olarak seçtiği Libya heyeti Ankara’da boy gösterdi. Saray, İsrail’e “Madem öyle işte böyle” kabilinden yumruk çıkardı.
Bırakın tepemizde dolaşan kimliği belirsiz drone’ları.. Libya Genelkurmay Başkanı ve beraberindeki heyetin, daha bu sözler eskimeden Ankara yakınlarındaki uçak kazasında hayatını kaybetmesine ne demeli peki?
Aslında “kaza” diyoruz ama, her alamet “suikast” diye bağırıyor. Yetkililer elbette pilotların yediği son yemeğe kadar ayrıntılara gömülüp suikast ihtimalini ağızlarına almıyor. Yine de bu ülkenin neler görüp geçirmiş gazetecileri ve gündeme azıcık hakim vatandaşı neyin ne olduğunu biliyor.
*. *. *
Ne oluyor sahiden?
Yanıtı, binlerce yıllık Arz-ı Mevud, yani vaadedilmiş topraklar inancıyla günümüze taşınan “BÜYÜK İSRAİL PROJESİ”..
İsrail, radikal dinci Netanyahu’nun gerçekleştirmeye çalıştığı proje ile bölgeyi yakıp yıkıyor. Filistin’de sıra Batı Şeria’ya geldi.. Golan tepeleri, Trump’ın parmaklarını bir şaklatmasıyla Suriye’den İsrail’e devredildi.
Netanyahu’nun asıl hedefiyse Türkiye. İşte o hedefte, adı (henüz) konmamış bir savaşta gölge boksu seyrediyoruz.
SDG ile Şam rejimi arasındaki mutabakatın bir gelip bir gitmesi, savaşın taktiklerinden.
ABD bir gece ansızın Rojava’ya devasa nakliye uçaklarıyla tanklar, füzeler, bataryaları, mühimmat indirecek.. Ama mutabakatın taraflarına söz geçiremeyecek.. Öyle mi!
Bana sorarsanız, İsrail mutabakatın gerçekleşmesini istemiyor. Muhtemelen, Erdoğan’ın TSK’yı sınır ötesi harekata sevk etmesini bekliyor. Öyle ya.. Türk askerine Türkiye topraklarında vurmak mı işinize gelir? Yoksa Suriye topraklarında suikastler, sabotajlar vs ile, ilginiz yokmuş gibi yapabileceğiniz; hatta IŞİD’e yükleyeceğiniz saldırıları mı tercih edersiniz?
Bu sinir savaşına herhalde bir tek Trump son verebilir. Ancak onun da gözünün İsrail’den başkasını görmediği açık. Gazze’de bile savaş, katliamlarla devam ederken Trump sesini çıkarmıyor. Erdoğan da içerde toplam ancak yüz bin satan gazetelere manşet malzemesi vermekten öteye gidemiyor.
Düşünün, Dışişleri bakanınız Şam’da kritik bir toplantıda konuşurken sözü küt diye kesilip basın toplantısının bittiği duyuruluyor. O anlarda Hakan Fidan’ın şaşkınlığı kameralara ayan beyan yansıyor.
Sevgili Hüsnü Mahalli’nin aktardığına göre, daha sonra özür falan da dilenmiyor.
Trump nezdinde ABD, bölgenin tüm önemli aktörlerini hizaya çekti. İsrail’i de “eşitler arasında birinci” olarak ayrı bir yere koydu.
*. *. *
Memleketin çok büyük çoğunluğu bütün bunlardan habersiz. Habersiz olmaya da devam edecek.
Gazze’yi yerle yeksan eden, İran’dan Katar’a nokta atışı ile Hamas liderlerini öldüren İsrail’e “tıngırdayan teneke” muamelesi yapanlara inanacak.
Saray’ın önce Ahmet Hakan, sonra Hande Fırat aracılığıyla duyurup uygulamaya soktuğu yeni medya stratejisi bence sınırlarımızın ötesindeki durumun anlaşılmaması için.
Zira içerde İBB operasyonları konusunda suyu bulandırmayı başardılar. İnsanlar, CHP’li zannettikleri
Barış Yarkadaş gibi isimlerin anlattıklarıyla meselenin yolsuzluk falan olduğuna kanaat getirdi.
Uyuşturucu operasyonları da “anlat anlat heyecanlı oluyor” diye izleyici topluyor.
Ekonomik kriz, asgari ücret konusunda “seneye düze çıkıyoruz” masalı anlatılıp duruyor.
Danalar bostana girmiş, yemediği lahana kalmamış, ortalık tarumar.. Zaten durumun kurtarılacak yanı kalmamış.. Üstüne bir de televizyona çıkıp o gün kulağına fısıldanan dedikoduyu “kesin bilgi” diye anlatan Saray sözcüleri anlaşılan Reis’in canını sıkmış..
Bir gölge boksu da medyada başladı.
Adı konmayan yasakla gazeteciler ekrandan tasfiye edilmeye başlandı. Yerlerine AKP’li vekillerin çıkıp konuşma yapacağı duyuruldu.
Arkadaşlarımla ben öncelikle YELİZ lakaplı Ahmet Hamdi Çamlı’yı görmek istiyoruz. Bir de “utanmıyoruz” diyen hanımefendiyi..
Fıkrayı bilirsiniz herhalde. Adam birkaç kişiyi öldürmüş. Parmak izleri her yerde.. Cinayet silahı üstünde çıkmış.. Kameralar da vahşeti an be an kaydetmiş. Yargılanacak. Memleketin en ünlü, en pahalı avukatını tutmuş. “Yahu” demişler “her şey ortada, avukat ne anlatacak!!”
“Ben de onu merak ediyorum” demiş adam.
Biz de, memleket içerde dışarda dibe vurmuşken, AKP milletvekillerinin, yetkililerin ne anlatacağını merakla bekliyoruz.
Bu yeni medya düzenini hararetle savunan Hande Fırat sağolsun dünya medyası hakkında epey bilgilendirdi bizleri. Mesela şu cümle ona ait:
“ABD’de “White House correspondent” olmak, pratikte White House beat dediğimiz uzmanlık alanına (beat) düzenli şekilde atanmakla başlar. Burada kilit mekanizma press pool (basın havuzu) düzenidir; yer darlığı veya erişim sınırlı olduğu için küçük bir grup gazeteci temsil görevi üstlenir, sonra tüm basınla paylaşır.”
Bir şey anlamadınızsa kusuru kendinizde aramayın. Hande daha çok Batı ülkelerinin medya düzeninden afili notlar paylaşmış. Gazetecilerden başka kimsenin ilgisini çekmeyecek ayrıntılarla adeta şov yapmış.
Sadede geldiğindeyse şu genel geçer görüşü ısıtıp önümüze koymuş:
“ABD’de, Avrupa’da bir gazeteci ekrana çıkıp bir partinin sözcüsü gibi konuşamaz. Yorum yapar ama mesafesini korur. Türkiye’de ise bu sınır neredeyse tamamen silinmiş durumda. Gazeteciler siyasi aktör gibi konuşuyor. Bu, hem gazeteciliğe hem siyasete zarar veriyor.”
Oysa artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Trump dönemiyle birlikte ABD’de taraftarlar ve karşıtlar pozisyonlarını açıkça belirterek yorum yapmaya başladı. Filistin meselesi de zaten özellikle kıta Avrupa’sında doğrudan politik çerçevede konuşulur oldu.
Saray, kontrolü altındaki medyayı bile yeterince faydalı bulmamış, gölgeler arasından bir yumruk sallayıvermiş. Ama Hande, yazısında öneri tamamen kendi fikriymiş gibi şöyle diyor:
“Buradan çağrım tartışma programlarına artık işin gerçek sahipleri yani siyasiler çıksın. Gazeteciler de o partinin, bu partinin gazetecisi diye etiketlenmesin. Onların işi doğruya doğru, yanlışa yanlış diyerek haber yapmaktır.”
Sanki Cem Küçük, Fuat Uğur, Zafer Şahin ya da Hacı Yakışıklı televizyona çıktığında ekranın altına isimleri “AKP’nin sesi” diye yazılıyor. Hayır! Onları etiketliyen izleyenler değil, bizzat kendileri ve Saray adına söyledikleri.
Kaldı ki, yanlışa yanlış diyenlerin - mesela benim- geçmişte yaşadıklarımızın perde arkasını en iyi Hande bilir.
Erdoğan, Hande’nin naklettiğine göre, benim hakkımdaki bir meseleye tepki gösterirken öyle bir bağırırmış ki sesi Ankara’yı sararmış.
Bu vesileyle sanki benimle ilgili değilmiş de genel bir yanlış tutuma dikkat çekiyormuş gibi söyledikleri de hala kulağımda:
“Ben patronla (Aydın Doğan) Beyefendinin (Erdoğan) arasını tam düzeltiyorum.. Dil döküp sıkıntıları tamir etmeye çalışıyorum.. Birileri çıkıp bir çuval inciri berbat ediyor.”
Ben artık konuşamıyorum. Konuşan birkaç gazeteci de fazla mesai kabilinden, zamanının önemli bölümünü Çağlayan Adliyesi’nde geçiriyor.
Bu bile fazla gelmiş.
Gazeteciler konuşmasınmış..
Çünkü patron şimdi de öyle buyurmuş!!
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:20
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 27 Aralık 2025 09:01 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















