15 Kasım yürüyüşü: Amazon’da kadınların, halkların ve gezegenin geleceğinin ayak sesleri
T24 sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
İklim Adaleti Koalisyonu Belem Delegasyonu / Çiğdem Özbaş, Ecehan Balta, Mehmet Horuş
15 Kasım’da Belém’de gerçekleşen yürüyüş, COP30 sürecinin yalnızca bir yan etkinliği değil, belki de bütün zirvenin gerçek siyasi özüydü. Sabah güneşinin henüz kırmızı bir perde gibi şehrin üzerine düştüğü saatlerde, yüzlerce küçük grup halinde insanların akmaya başlaması, günün sıradan bir protesto günü olmayacağını gösteriyordu. Kısa sürede nehrin kıyısından kentin merkezine doğru ilerleyen kalabalık büyüdü, sokaklar doldu, meydanlar taştı ve nihayet öğleye doğru tahminlerin ötesine geçen bir gerçek ortaya çıktı: organizatörlerin öngördüğü 40 bin kişilik katılım çoktan aşılmış, kenti yaklaşık 70 bin kişilik devasa bir kitle sarmıştı. Bu yalnızca beklenmeyen bir kalabalık değil, Amazon’un damarlarından yükselen, yılların biriktirdiği öfkenin ve birikmiş taleplerin somutlaşmış hâliydi.
Kalabalığın bu derece etkileyici olmasının nedenlerinden biri, yürüyüşün katılımcı profilinde saklıydı. Sokaklara dökülenlerin büyük bir bölümü kadındı. Yaşlısı genciyle, köylüsü kentlisiyle, siyahı, yerli halklardan olanı, nehir kıyısından geleni, favelalardan çıkanıyla kadınların ağırlığı yürüyüşün ritmini belirliyordu. Amazon’da dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi tarımsal üretimin büyük bölümünde kadın emeğinin omurga olması, bakım işlerinin görünmez yükünün kadınların sırtında taşınması ve çevresel yıkımın doğrudan ilk onları vurması bu tabloyu doğal bir sonuç hâline getiriyordu. Yürüyüşte kadınların sesi, yalnızca politik bir talep değil, kolektif bir hafızanın dışavurumu gibiydi.
Göründüğü kadarıyla yürüyüşün dört ana örgütleyicisi vardı: MST, CUT, MAM ve MAR. MST ve CUT, Brezilya’nın en geniş halk örgütleri olmanın yanı sıra PT’nin kuruluşunda da belirleyici rol oynamış iki tarihsel hareketi temsil ediyordu. MST’nin kır hareketi içindeki köklü deneyimi, toprak işgalleri ve agroekoloji temelli üretim pratikleri, yürüyüşte görülen en güçlü siyasal damarlardan birini oluşturdu. CUT’ın ülkedeki en büyük işçi konfederasyonu olarak yürüyüşte yer alması, işçi sınıfının taleplerinin yalnızca ekonomiye değil, çevre ve enerji politikalarına da yöneldiğini gösteriyordu. Ancak yürüyüş, yalnızca bu iki büyük örgütün gölgesinde değildi. Barajlardan Etkilenenler Hareketi (MAR)’ın yıllardır baraj projeleri ve HES inşaatları nedeniyle yerinden edilen, mülksüzleştirilen topluluklarla birlikte yürüttüğü mücadele, yürüyüşte su egemenliği kavramını öne çıkardı. Madenlerden Etkilenenler Hareketi (MAM)’ın maden şirketlerinin neden olduğu çevresel ve toplumsal yıkıma karşı verdiği militan mücadele, özellikle siyah ve yerli kadınların öncülüğünde, yürüyüşe en keskin anti-ekstraktivist hattı taşıdı. Bu örgütlerin her biri, Amazon havzasında yaşamın hangi mekanizmalarla tehdit edildiğinin somut tanıklarıydı.
Yürüyüşün dikkat çekici unsurlarından biri de uluslararası katılımın gücüydü. La Via Campesina’nın dünyanın dört bir yanından gelen temsilcileri, MST ile yan yana yürüyerek gıda egemenliğinin sadece Brezilya’nın değil, tüm gezegenin ortak mücadelesi olduğunu görünür kıldı. Friends of the Earth International, yıllardır sürdürdüğü fosil yakıt karşıtı kampanyalardaki deneyimini Amazon’un mücadelesiyle buluşturdu. Dünya Kadın Yürüyüşü ise feminist ekonominin, bakım emeği krizinin ve toplumsal yeniden üretim mücadelelerinin Amazon’daki kadınların deneyimleriyle nasıl iç içe geçtiğini sahnede görünür kıldı. Uluslararası örgütlerin flamaları, pankartları ve sloganları yürüyüşe küresel bir ritim ve başka ülkelerden gelen direnişlerin sesini kattı. Bu noktada Halkların Zirvesinin yapıldığı üniversite kampüsünde çadır sponsörlüğünü üstlenen Greenpeace’i de bir kenara not düşelim.
CUT’ın yanı sıra büyüklü küçüklü, çoğu daha radikal çizgide olan sendikaların yürüyüşte görünmesi, 15 Kasım’ı yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda sınıfsal bir mobilizasyon hâline getirdi. Liman işçileri, amazon havzasında taşımacılık yapan nehir işçileri, belediye çalışanları, sağlık ve eğitim emekçileri, su ve kanalizasyon işçileri gibi farklı sektörlerden grupların katılımı, Lula hükümetinin enerji, su ve toprak demarkasyonu konularındaki yetersizliklerine karşı yükselen eleştirinin sınıf temelinde de karşılık bulduğunu gösteriyordu.
Yürüyüş boyunca estetik, teatral ve performatif bir enerji vardı. Amazon mitolojisindeki figürleri dev kuklalarla taşıyan gruplar, su ruhlarını canlandıran dansçılar, yerli kozmolojisini ifade eden kostümler ve ritüelistik sahneler, yürüyüşü yalnızca bir protesto olmaktan çıkarıp kolektif bir hafıza ve direniş törenine dönüştürdü. Sokak tiyatroları, maden şirketlerinin köyleri nasıl yok ettiğini ya da barajların kadınların yaşamını nasıl altüst ettiğini dramatik sahnelerle aktarıyor; müzik grupları ise atabaque, davul ve marakalarla yürüyüşün kalp atışını belirliyordu.
Yürüyüşten hemen önce polisin güzergâhı kapatacağı yönünde söylentiler yayılmıştı. Özellikle 4 kilometrelik ana hattın “güvenlik gerekçesiyle” engellenebileceği konuşuluyordu. Ancak beklenen olmadı. Muhtemelen kitlenin büyüklüğü, uluslararası delegasyonların varlığı ve devletin böyle bir çatışmanın siyasi maliyetini göze almaması nedeniyle güzergâh son anda tamamen açıldı. Böylece yürüyüş 4 kilometrelik hattı, bir nehir gibi akarak, kararlı adımlarla tamamladı.
Sloganlar yürüyüşün atmosferini belirleyen en görünür unsurlardan biriydi. “Demarcação Já!” çağrısı, yani “Topraklarımız hemen tanınsın!” talebi, yürüyüş boyunca defalarca yankılandı ve Lula hükümetine yönelik eleştirilerin merkezine oturdu. Bunun yanında “Petrol defolsun!”, “Su halkındır!”, “Enerji bir meta değildir!”, “Madencilik çekip gitsin!”, “Barajlara hayır!” ve “Endüstriyel tarım ölümdür!” sloganları, yürüyüşün net ve tartışmadan uzak politik hattını belirledi. Bu sesler yalnızca reddiyeyi değil, aynı zamanda endüstriyel tarıma karşı agroekoloji temelli bir gelecek vizyonunu da dile getiriyordu.
Türkiye Delegasyonunun 13 Ekim’de aramızdan alınan belgeselci - ekoloji aktivisti Hakan Tosun pankartıyla yürümesi, yürüyüşün uluslararası dayanışma boyutunu derinleştiren bir başka unsur oldu. Dünyanın her yerinden aktivistler pankartı görünce durdu, fotoğraf çekti, kim olduğunu sordu, Türkiye’deki ekoloji mücadelesi hakkında bilgi almak istedi. Ekoloji mücadelesi içinde öldürülen bir gazetecinin adının Amazon’un kalbinde taşınması, mücadelelerin artık ulusal sınırları aşan ortak bir kaderi olduğunu gösteren güçlü bir sembol oldu.
Sonuç olarak 15 Kasım yürüyüşü, COP30 sürecinin ötesine geçen bir politik moment yarattı. Bu yalnızca barajlara, maden şirketlerine, fosil yakıtlara ve endüstriyel tarımın şiddetine karşı bir yürüyüş değildi; Amazon’un kalbinde halkların, kadınların, işçilerin, köylülerin, yerli toplulukların ve küresel hareketlerin buluşarak kurduğu yeni bir siyasal ufkun ayak sesleriydi. Bu yürüyüş Lula hükümetine güçlü bir hatırlatma, küresel iklim adaleti hareketine ise yeni bir başlangıç noktasının işareti oldu.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:93
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 16 Kasım 2025 12:57 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















