Ya yoldaşı bil ya yolu bul! Serdar Tuncer
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com açıklama yapıyor.
“Batı adamının bunalımı çok tabiîdir, muallaktadır. Doğu adamı yerinmez ve sevinmez, çünkü dünyada yerinilecek ve sevinilecek bir şey yoktur. Ve bizim hüznümüz Allah’adır!”
Fethi Gemuhluoğlu Ağabeyin -Sadettin Ökten hocamın tabiri ile Fethi Baba mı demeliydim yoksa- 22 Kasım 1975’te ‘Dostluk Üzerine’ irticalen yaptığı muhteşem konuşmayı üstünden 50 yıl geçmişken şimdi tekrar okuyorum ve yukarıda alıntıladığım cümlelerin altını yeniden çiziyorum, aşkla.
Öyle kalemle çizilmiyor bu cümlelerin altı. Muhasebe istiyor ve murâkabe; sorular ve harbî cevaplar istiyor dahası. Sorular istiyor en çok da sorular…
Kan gölüne dönen Sudan’da katledilen kardeşlerimin acısı, gözümde kaç damla yaş oldu ve kaç gece böldü uykularımı en tatlı yerinde?
Üç kuruş ekmek parası için çalıştıkları parfüm imalathanesinde yanarak can veren insanlar gündemimde ne kadar yer tuttu?
Düşen kargo uçağındaki şehitlerin ateşi benim yüreğimin neresine düştü?
Neye yeriniyorum en çok ve sevincim ne için, yerinilecek ve sevinilecek bir şey olmayan bu dünyada?
Bu dünyada olup biten şeylerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorum?
Hüznüm yalnız ve sahiden Allah’a mı benim?
Sorular kahrediyor insanı, sorulardan daha çok da verdiği -veremediği mi demeliydim yoksa- cevaplar. Yanlış bir şeyler var, çünkü biz vitrinlere bakıyoruz uzun uzun. Tatil planı yapıyoruz ve yatırım hesabı. Sövdüğümüz dijital platformda yayınlanacak dizimizin yeni sezonu geldi diye seviniyoruz. Tuttuğumuz takımın mağlubiyeti kahrediyor bizi. Kalbimizi toplamak için değil kafamızı dağıtmak için harcıyoruz vaktimizi. Yanlış bir şeyler var, çünkü geldiğimiz yeri hatırlamaz gibi yaşıyoruz hayatı ve gideceğimiz yeri umursamaz gibi. Eve döneceğiz ama hatırlamıyoruz şarkıyı. Şarkıya döneceğiz ama kalbimizin yerini bulamıyoruz. Ne yoldaşı tanıyoruz ne yoldan haberimiz var.
Ne zaman kahırlansam bunca, içinden çıkamadığım meseleler boğacak olsa beni ne zaman, ya bir dostun gönlüne sığınıyorum, ya bir kitabın sayfalarına. Kendinden kaçacaksa insan yahut varacaksa kendine ya gönlünü avuçlarına bırakacak sevdiğinin ya da avuçlarına sevdiği bir kitabı alacak. Başka yolu yok mudur? Vardır elbet. O başka bir yazının uzun ve içinden çıkılmaz mevzuu olsun, nasipse. Elime bir kitap alıyorum bu kez: Küçük Bir Ölüm. İbn-i Arabî Hazretlerinin pek darlandığı bir vakitte ziyaret ettiği iki dostuyla olan pek güzel bir hatırası var kitapta, teselli olur belki.
Muhyiddin Arabî Hazretleri uzun yıllar kendisine hizmet eden Bedir et-Temmâm’ın başucunda duruyor. Yaşı artık iyice ilerlemiş, sürekli hastalıklarla boğuşan, geçmek bilmeyen ağrılar sebebiyle perişan vaziyetteki dostuna bakıyor ve diyor ki: Bedir, seni teselli edecek bir hadise anlatayım mı? İhtiyar dost, olur manasına başını sallıyor, can kulağıyla dinliyorum, diyor. Şeyh-i Ekber anlatmaya başlıyor:
“Gençlik yıllarımda İşbiliye’de çok darlandım. Her şey anlamsız geliyordu, Şeyhler bir bir şehri terk etmişti, çarşıda okumadığım kitap kalmamıştı, annemin hastalığı ilerlemişti. Biraz nefesleneyim diye evden çıktım. Gençlerin halini, pervasızlıklarını, dertsizliklerini görünce iyice kederlendim. Bir teselli bulurum ümidiyle Şeyh el’Ureybi’yi ziyarete gittim. Çoğu zaman yaptığı gibi onu namaz kılarken buldum. Selam verip, asık suratlı ve solgun halimi görünce, ‘neyin var oğlum?’ dedi. ‘Bu dünyaya sığamıyorum, göğsüm darlanıyor, her şey üstüme üstüme geliyor Şeyhim’ dedim. Sıkıntımın ne olduğunu da sormadı, niçin olduğunu da. Sadece ‘Allah’a dön!’ dedi ve ben yokmuşum gibi namaz kılmaya devam etti. Evden çıkıp yürümeye başladım, sıkıntım geçmemişti. Şeyh Musa el-Mirtulî’nin yanına gitmeye karar verdim. Vardığımda, her zaman yaptığı gibi hurma yapraklarından sepet ördüğünü gördüm. Selam verip oturdum, hurma yapraklarını uzatmaya başladım. Bana bakıp, ‘Bugün neyin var oğlum?’ diye sordu. ‘Göğsümde sebebini bilemediğim ve geçmeyen bir sıkıntı var’ dedim. Yaptığı işe devam etti, ‘Nefsine dön!’ dedi. Canım sıkıldı, kalkmak için müsaade istedim. ‘Ne oldu?’ diye sordu. ‘Efendim şaştım kaldım bu işe! Hakikat tek olmalı ama derdimi anlattığım vakit el-Ureybî ‘Allah’a dön’ diyor; siz ‘nefsine dön’ buyuruyorsunuz. İkiniz de bu işi bilen alimlersiniz, arada kaldım!’ dedim. Güldü ve ‘ona gidip sana söylediğim şeyi söyle’ dedi. El-Ureybî’nin yanına varıp el-Mirtulî’nin sözünü söyleyince, ‘Güzel söylemiş’ dedi. Şeyhim, ama bu sizin söylediğinizden farklı dedim. Tebessüm ederek dedi ki: ‘O sana yolu göstermiş bense yoldaşı gösterdim!’ Kalakaldım öylece.”
Muhyiddin Arabî Hazretleri sözünü bitirince hasta dostunun kollarından tutup diyor ki: “Bedir, eğer yoldaşımız Allah ise şikayet edecek neyimiz var?”
Bedir’in yerinde olsam, yiyeceğim dayağın İşbiliye’den İstanbul’a yol olma pahasına derdim ki:
“Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yokdur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yokdur”
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:25
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 15 Kasım 2025 04:13 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















