Türkiye’de eğitimin kalkınmaya katkısını artırmak: Zorunlu süre mi, mesleki yönelim mi, ya da her ikisi mi?
Ankara24.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
“Türkiye’de öğrencilerin okula ilgisinin azaldığı, okulu terk oranlarının giderek arttığı bir gerçektir.”
“Zorunlu eğitim süresi uzunluğunun, diğer faktörlerle desteklenmesi koşuluyla, öğrenci ve ülke kalkınması için birçok yönden yararlı sonuçları vardır.”
Prof. Dr. Ali İlker Gümüşeli ile eğitimin kalkınmaya katkısının nasıl artırılabileceğini konuştuk.
Prof. Dr. Ali İlker GümüşeliZorunlu eğitim süresinin kısaltılması son günlerde tartışılan konular arasında. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Buna sizce gerek var mı?
Zorunlu eğitim süresinin kısaltılması son günlerde eğitim konusunda çok tartışılan konuların başında yer almaktadır. Konunun bu kadar çok tartışılmasının önemli nedenlerinden birisi zorunlu eğitim süresinin bir ülkenin eğitim politikalarının temel göstergelerinden birisi olmasıdır. Zorunlu eğitim süresi bireylerin eğitim sisteminde geçirdiği minimum yılları ifade eder ve toplumsal eşitlik, ekonomik kalkınma ve demokratikleşme ile doğrudan ilişkilidir. Yapılan birçok araştırmada zorunlu eğitim süresinin uzunluğunun, eğitimin içeriğinin iyi planlanması ve eğitime ayrılan zamanın israf edilmeden etkili kullanılması halinde, ülkelerin gelişme ve kalkınmasına önemli ölçüde katkıda bulunduğu ortaya çıkmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalarda süre kısaltmasına gerekçe olarak, eğitim teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak çocukların eğitime erişimlerinin kolaylaştığı dolayısıyla okul ortamında uzun süre kalmalarına gerek kalmadığı, çocukların okula ilgisinin azaldığı ileri sürülmektedir. Bunun birçok bakımdan inandırıcı olmadığı açıktır. Nitekim pandemi döneminde de görüldüğü gibi Türkiye’deki mobil iletişim alt yapılarının eksikliği dolayısıyla özellikle dezavantajlı bölgelerdeki birçok çocuk eğitime erişememiş, bazıları eğitime erişmek için evlerinden uzaklarda yüksek yerlere çıkarak sistemlere bağlanabilmişlerdir. Diğer yandan bahse konu eğitim teknolojilerini geliştiren ülkeler bu gerekçe ile zorunlu eğitim sürelerini azaltmaya çalışmazken, eğitim ve bilişim teknolojileri bakımından çoğunlukla bu ülkelerin sistemlerini kullanan Türkiye’nin zorunlu eğitim süresini azaltma çabalarının, ileri sürülen bu gerekçeyle çelişir olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca eğitimin sosyo psikolojik boyutları da vardır. Çocuklar ve gençlere okullarda sadece bilgi ve beceri öğrenmezler, aynı zamanda sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını da gidererek, birey olarak gelişirler.
Türkiye’de öğrencilerin okula ilgisinin azaldığı, okulu terk oranlarının giderek arttığı bir gerçektir. Çocukların okula ilgi azlığı, birçok değişkenin yanında, özellikle ekonomik koşulların büyük ölçüde ağırlaşması dolayısıyla okula ulaşımın ve okul gereklerinin karşılanmasında karşılaşılan güçlükler ile müfredatların güncel yaşamın gerekleriyle bağdaşmayacak, ilgiyi çekmeyen dogmatik bilgilerle donatılması ve öğrencilerin bu dogmatik bilgileri öğrenmeye zorlanmalarından kaynaklanmaktadır. Hal böyleyken, öğrencilerin okula ilgisinin azlığını ve eğitim teknolojilerinin okul dışından eğitime erişmeyi kolaylaştırdığını ileri sürerek zorunlu eğitim süresini kısaltmaya çalışmak ya ülke gerçeklerinden yeterince haberdar olmamak, ya gerçek sorunlarla yüzleşmekten kaçınmak, ya eğitimin sosyo-psikolojik yanını bilmemek ya da gerçek niyeti gizlemek amacı taşımaktadır.
Zorunlu eğitim süresinin uzun olmasının avantajları var mıdır?
Zorunlu eğitim süresi uzunluğunun, diğer faktörlerle desteklenmesi koşuluyla, öğrenci ve ülke kalkınması için birçok yönden yararlı sonuçları vardır. Dünya Bankası ve OECD çalışmaları, zorunlu eğitim süresinin artmasının, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde iş gücü verimliliğini artırdığı göstermektedir. Ancak bu artış, eğitimin niteliği ile desteklenmediğinde sınırlı etki yaratır. Yani uzun süreli zorunlu eğitimden beklenen yararın sağlanması için sadece süreyi uzatmak yeterli değildir, öğretim kalitesi, müfredat içeriği ve öğretmen niteliği gibi faktörlerinde geliştirilmesi de gerekir.
Yine OECD, PISA verilerine göre, uzun zorunlu eğitim süresine sahip ülkelerin, genellikle daha yüksek ortalama başarı puanlarına sahip oldukları görülüyor. Bununla birlikte bu korelasyon, eğitim sisteminin eşitlikçi yapısı ve erken yaşta yönlendirme politikaları gibi değişkenlerle birlikte bir sonuç vermektedir. Bunun en tipik örneklerinden birisi zorunlu eğitim süresi 9 yıl olan Finlandiya’dır. Zorunlu eğitim süresi Türkiye dahil birçok gelişmiş ülkeden düşük olmakla birlikte, pizza sınavlarında sürekli en üst sıralarda yer alması, eğitimin sadece süresi değil doğru eğitim politikalarının başarıda çok daha önemli olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Türkiye ile gelişmiş ülkelerin bazılarının zorunlu eğitim yıl olarak sürelerinin birbirine çok yakın olduğu görülüyor. Fakat Eğitimin kalitesi ve verimliliği bakımından Türkiye bu ülkelerin gerisinde kalıyor. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Dünyanın gelişmiş ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin zorunlu eğitim süresinin yıl olarak bazı gelişmiş ülkelerin zorunlu eğitim süreleri ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Örneğin Almanya ve Fransa’da zorunlu eğitim süreleri Türkiye’deki gibi 12 yıldır. Güney Kore’de ise 9 yıldır. Bununla birlikte bu yıl süresi eğitim için ayrılan zamanın hesaplaması için yanıltıcı bir rakamdır. Çünkü çocuğun kaç yıl eğitim gördüğü değil, her yıl kaç saat eğitim aldığı yani eğitimde geçirdiği süre önemlidir. Bu bakımdan bir karşılaştırma yapıldığında ise Türkiye’nin bir yılda eğitime ayrılan zaman bakımında OECD ülkeleri ortalamasının gerisinde kaldığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin TEDMEN tarafından yayınlanan rapora göre OECD ülkelerinde ortalama olarak ilkokulda bir yılda eğitime ayrılan zaman yaklaşık olarak 760 saat iken, Türkiye’de 720 saat, ortaokullarda ise 909 saat iken Türkiye’de bu süre yaklaşık 843 saattir. Yine gün sayısı itibariyle Güney Kore’de zorunlu eğitim için bir yılda eğitime 222 gün ayrılırken bu süre Türkiye’de 180 güne düşmektedir. Bu veriler yıl olarak Türkiye’nin zorunlu eğitim süresinin gelişmiş Avrupa ülkeleri ile benzer olmasına karşın, gerçekte bir yılda çocuklara verilen eğitim bakımından bu ülkelerin gerisinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu da mevcut durumda yapılması gereken Türkiye’nin zorunlu eğitim süresini kısaltmayı tartışmak yerine, reel olarak eğitime ayrılan zamanı artırmak için çabalamak olmalıdır. Yani uzun tatil sürelerini azaltarak ve eğitimin niteliğini artırarak çocukların daha fazla eğitim almasını sağlamaktır.
Zorunlu eğitim süresi tek başına eğitimin kalitesi ve işgücü verimliliği açısından yeterli bir faktör müdür? Yani zorunlu eğitim süresini uzatarak eğitimde başarıyı garanti edebilir miyiz?
Tabi ki zorunlu eğitim süresinin uzunluğu öğrencilerin eğitim başarısı ve eğitimin ülkeye sağlayacağı katma değerin artması için gereklidir fakat yeterli değildir. Zorunlu eğitim süresi arttıkça öğrenciler açısından temel becerilerin edinimi artabilir, işgücü piyasasına katılım daha nitelikli hale gelebilir, toplumsal eşitsizlikler azalabilir. Ancak bunların gerçekleşmesi öğretmen niteliğinin yükseltilmesi, müfredatların çağdaş beceri temelli geliştirilmesi, okul terk oranlarının düşürülmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması yanında öğrencilerin özellikle orta öğretimde ilgi ve becerilerine göre ülkenin ihtiyacı olan uygun programlara yönlendirilmelerine bağlıdır. Konuya bu açıdan bakıldığında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, 12 yıllık zorunlu eğitim süresinin kalkınma hedefleri açısından yeterli etkiyi yaratacak şekilde kullanılması için stratejiler geliştirmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Bu da eğitim politikalarının odağının zorunlu eğitim süresini koruyarak mesleki ve teknik eğitimi özendirmek biçiminde belirlenmesini zorunlu kılmaktadır.
Mesleki ve teknik eğitimi neden bu kadar önemsiyorsunuz? Türkiye’de bu konuda diğer gelişmiş Avrupa ülkelerine göre nasıl bir görünüm arz ediyor?
Mesleki teknik eğitim, eğitim çıktısının sanayi ve kalkınmada kısa sürede doğrudan işgücüne dönüşümü bakımından diğer okul türlerinden ayrılır. Ayrıca yatırım itibariyle de diğer eğitim türlerine göre daha pahalı bir yatırımdır. Gelişmiş ülkeler eğitim sistemlerini dizayn ederken, işgücü verimliliğini sağlamak ve eğitimi sanayi ve kalkınmanın itici gücü haline getirmek için mesleki teknik eğitime büyük önem vermektedir. Almanya, Hollanda, Danimarka, Güney Kore bu ülkelerin tipik örnekleridir. Türkiye, mesleki teknik eğitimde niceliksel gelişme göstermiş olsa da, niteliksel dönüşüm açısından bu konuda ön sıralarda olan Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerin gerisinde kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin mesleki teknik eğitim sisteminin birçok bakımdan bu ülkelerden olumsuz yönde farklılaştığı görülmektedir. Örneğin okullaşma oranı bakımından göstergelere bakıldığında 15-18 yaş grubunda Almanya’da bu oran yaklaşık yüzde 88, Hollanda’da yüzde 80, Danimarka’da yüzde 85, Güney Kore’de yüzde 52, Türkiye’de ise yüzde 44 dür. Bu oran içerisinden gerçek anlamda mesleki teknik okul olmayanları çıkardığımızda bu rakam çok daha aşağılara inecektir. Yine Mezunların işe yerleşme oranları bakımından Almanya’da bu oran yaklaşık yüzde 78-82, Hollanda’da yüzde 75-80, Danimarka’da yüzde 80, Güney Kore’de yüzde 65-70 aralığında iken Türkiye’de yüzde 38-40 aralığındadır. Bu veriler Türkiye’de mesleki teknik eğitimin yeterince ilgi görmediğini, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konuya gereken önemi vermediğini göstermektedir.
Mesleki eğitimin bireysel kazanca dönüşmesi açısından da Türkiye ve gelişmiş ülkeler arasında ciddi farklılıkların mevcut olduğu görülmektedir. Örneğin Almanya’da mesleki teknik eğitim mezunlarının ortalama başlangıç maaşları yaklaşık aylık 2800,, Hollanda’da 2900, Danimarka’da 3100 Euro iken, Türkiye’de ise, birçok işletmedeki kayıt dışı çalışanlar dolayısıyla yaklaşık ortalama 15.500 TL, yani yaklaşık 300 Euro civarındadır. Mesleki ve teknik eğitim mezunlarının genel eğitim mezunlarına göre kazanç farkları ise Almanya’da yaklaşık yüzde 10, Hollanda’da yüzde 5, Danimarka’da yüzde 15 daha fazla iken, Türkiye’de tersine yüzde 12 daha düşüktür. Mesleki teknik eğitim mezunlarının işe yerleşme süreleri bakımından da yine gelişmiş Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasında önemli farklar mevcuttur. Örneğin Almanya ve Hollanda’da mezunların işe yerleşme süresi yaklaşık 3-6 ay, Danimarka’da 2-4 ay arasında iken bu oran Türkiye’de mesleklere göre 6-12 ay arasında değişmektedir. Ayrıca yapılan araştırmalarda bunlara ek olarak işyerlerinin fiziki çalışma koşulları, işçi işveren ilişkileri, çalışanların sosyal güvenceleri vb. konularda da Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasında Türkiye aleyhine çok büyük farklar olduğu ortaya çıkmaktadır. Sadece birkaç faktör açısından bakıldığında da görüleceği gibi, Türkiye’de eğitimde üzerinde durulması gereken en öncelikli konunun mesleki teknik eğitim sistemi olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer yandan Türkiye İstatistik Kurumu'nun nüfus projeksiyonlarına göre, Türkiye'nin nüfus yapısında gelecekte Türkiye için çeşitli riskleri yaratacak önemli değişimler beklenmektedir. Bu projeksiyonlar, gelecekte doğurganlık oranlarının düşmesi, nüfusun yaşlanması ve ekonomik büyüme için kritik olan demografik fırsat penceresinin kapanması gibi zorluklarla karşılaşılabileceğini gösteriyor. Temel senaryo, Türkiye'nin nüfusunun 2050'lere kadar artacağını, ancak ardından azalmaya başlayacağını öngörüyor. Düşük senaryo ise nüfusun 2100 yılına kadar 55 milyonun altına inebileceğini işaret ediyor. Bu durum, özellikle genç ve çalışma çağındaki nüfusun azalmasıyla birlikte, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik yapısının zorlanacağını göstermektedir. Nüfusun yaşlanması, sağlık ve sosyal hizmetler gibi alanlarda artan bir yük yaratacağı gibi ayrıca, nüfusun giderek yaşlanması ile birlikte ekonomik büyümenin yavaşlaması riski de ortaya çıkarmaktadır. Tüm bu veriler, Türkiye'nin bu gün elinde bulundurduğu ve gelecekte sahip olamayacağı ana sermayenin, yani genç insan gücü sermayesinin, anlamsız ve gereksiz, bireysel mülahazalara dayalı değişimlerle zaman geçirilmeden, ülkenin menfaatlerini koruyacak biçimde işlenmesini, eğitilerek topluma kazandırılmasının hayati önem taşıdığını göstermektedir.
Son söz olarak ne söylemek istersiniz?
Sonuç olarak Türkiye’de sanayideki ara insan gücü açığı giderek artarken, sanayiciler sürekli nitelikli işgücü sıkıntısından bahsederken, ülkenin son yıllarda özellikle üniversite düzeyinde diplomalı işsizler deposu haline gelmesi, Türkiye’deki eğitim ve istihdam politikalarının yanlışlığını göstermektedir. Türkiye son yıllarda Savunma sanayi başta olmak üzere bazı alanlarda önemli gelişmeler katetmektedir. Bu gelişmelerin diğer alanlara da yayılarak ülkenin topyekün kalkınmasını sağlayabilmek için, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önceliğinin gereksiz değişimler ve yapboz uygulamaları ile sistemin sürekli dengesini bozmak yerine; zorunlu eğitim süresini koruyarak, toplumun tümünü temsil eden paydaşlarla bir araya gelip, tüm alanlarda ve kademelerde eğitimin kalitesini yükseltecek ve özellikle mesleki ve teknik eğitimde öncü olan ülkelerin deneyimlerinden de yararlanarak, mesleki ve teknik eğitim ve bu eğitimi etkileyen, ondan etkilenen sistemleri bir sistem bütünlüğü içerisinde yeniden planlamayı hedefleyen stratejiler geliştirmeye çaba göstermesi olmalıdır.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:57
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 16 Ekim 2025 05:01 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















