Trump Planı: Barış antlaşması mı, Gazze nin manda laştırılması mı?
Haber Global sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com haber yayımlıyor.
Ocak 2025’teki ateşkesten sonra gündeme gelen Trump planı, Fransa ve Suudi Arabistan’ın Filistin Devleti’ni tanıma girişimini takiben bölgesel liderlerin öncelikli konusu haline geldi. Bu plana, Trump’ın damadı Jared Kushner, Orta Doğu özel temsilcisi Steven Witkoff, Tony Blair ve muhtemelen Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan da dahil.
Trump, İsrail Parlamentosu’nda (Knesset) yaptığı konuşmada planını “İsrail ve dünya için olağanüstü bir zafer”, “uzun bir kâbusun sonu” ve “yeni bir Orta Doğu’nun tarihi şafağı” olarak niteledi.
Ama gerçekten öyle mi?
Ne yazık ki hayır. Körfez ülkelerinin üst düzey diplomatları da buna inanmıyor.
Trump-Blair planının ne Gazze’de ne Filistin’de ne de İsrail’de kalıcı bir barış getirme olasılığı yok. Bu plan, yalnızca yüz yıllık İsrail-Filistin savaşında bir başka geçici ateşkes
“Barış” Planı Aslında Gazze Üzerinde Yeni Bir VesayetTrump’ın planı, birkaç temel adımdan oluşuyor:
Rehinelerin ve bazı Filistinli mahkûmların serbest bırakılması,
Hamas’ın siyasi ve askerî olarak ortadan kaldırılması,
Bombardımanların durdurulması ve
Belirsiz bir “Filistin Devleti’ne giden inandırıcı bir yol” sözü.
Ancak bu “Filistin Devleti” ne sınırları, ne başkenti, ne yetkileri bakımından tanımlanıyor. Batı Şeria’dan bile söz edilmiyor. ABD ve İsrail Filistin’i hâlâ tanımıyor; Netanyahu da İsrail’in Gazze’den tam olarak çekilmeyeceğini açıkça söylüyor. Plan, uluslararası hukuka hiç değinmiyor ve belirli bir takvim de öngörmüyor.
Tony Blair’in “Gazze Rivierası” planı, Trump’ın vizyonunu tamamlıyor. Bu plan, Gazze’de “Uluslararası Geçiş Otoritesi” (AITG) adlı üst bir yapı kurmayı öngörüyor. Bu yapı, bölgeyi yönetecek ama Filistinlilerin yalnızca yerel konularda söz hakkı olacak: sağlık, eğitim, altyapı, yerel ekonomi ve belediye yönetimi gibi.
Güvenlik yetkisi ise uluslararası bir güvenlik gücüne verilecek. Filistin polisi yalnızca bu güce yardımcı olacak. Sonuçta ortaya çıkan şey, 80 yıl sonra yeniden kurulan bir tür sömürge vesayeti — yeni bir “Gazze mandası” olacak.
Hamas’ın Hesaplı TutumuHamas, ABD’nin önerdiği barış planına temkinli yaklaştı: Ne tamamen reddetti ne de kabul etti. Açıklamaları, savaşı sonlandırmak isteyen uluslararası aktörleri karşısına almadan siyasi meşruiyetini korumaya yönelikti.
Hamas, ateşkesi memnuniyetle karşılasa da silahsızlanma şartını reddediyor. Ayrıca, Gazze’deki iktidarını hemen bırakmaya da yanaşmıyor. ABD’nin önerdiği uluslararası güvenlik gücünün kimlerden oluşacağı da belirsiz.
Hamas, İsrail’in tamamen çekilmesi, ablukanın kaldırılması ve Gazze halkının güvenliği için garanti istiyor. Aynı zamanda, geçici bir Filistin teknokrat yönetiminin —ama Trump veya Blair’in gözetiminde değil, Arap ve Müslüman ülkelerin denetiminde— kurulmasını destekliyor.
Ancak hareket, planın Kudüs, mülteciler, 1967 sınırları ve Filistin’in kendi kaderini tayin hakkı gibi temel konularda hiçbir şey söylememesini eleştiriyor. Hamas bu yolla, Filistin halkının tek meşru temsilcisi konumunu güçlendirmek istiyor.
“Güçlünün Barışı”Trump ve Netanyahu’nun yaklaşımı, İsrail sağının klasik tezini yansıtıyor:
“Barış, ancak İsrail yeterince güçlü olup kendi koşullarını dayatabildiğinde mümkündür.”
Bu plan, Gazze’yi ABD-İsrail ve Körfez ülkelerinin ortak himayesinde bir ekonomik bölgeye, bir tür “Gaza Inc.”e dönüştürmeyi hedefliyor. Tony Blair bu yapının “CEO’su” gibi konumlandırılmış.
Ama bu yaklaşım kalıcı barış değil, sadece savaşa yeni bir biçim kazandırıyor. Çünkü ne Hamas ortadan kalkacak ne de Filistinliler devlet hayalinden vazgeçecek. Gazze’nin yıkıntıları üzerinde yeni silahlı gruplar doğacak.
Görmezden Gelinen Filistinlilerİsrail-Filistin çatışmasının temeli, İsrail siyasetinin Filistinlilerin varlığını sistematik biçimde reddetmesinde yatıyor.
Siyonizm, 19. yüzyılın sonunda Filistin’i “boş bir toprak” olarak görmüştü. Oysa 1881’de burada 465.000 kişi yaşıyordu: 405.000’i Müslüman, 45.000’i Hristiyan, 15.000’i Yahudi idi. Buna rağmen Batılı güçler burayı “ulus olmayan bir ülke” olarak değerlendirdi.
1948’de İsrail’in kurulmasıyla yüz binlerce Filistinli mülteci oldu. Sonraki on yıllarda Arap ülkeleri onları ağırlasa da hiçbir zaman tam vatandaşlık tanımadı. Böylece Filistinliler iki kez dışlandı: Önce İsrail tarafından, sonra Arap dünyası tarafından.
Bu dışlanmışlık, Filistin kimliğini daha da güçlendirdi. Filistin, bir toprak olmaktan çıkıp bir hafıza, bir kimlik ve bir direniş biçimi haline geldi. Bugün 150’den fazla ülke tarafından tanınan Filistin Devleti, bu kimliğin sembolü.
Netanyahu ve “Demir Duvar” Doktriniİsrail’in bugünkü siyasetini anlamak için Vladimir Jabotinsky’nin “Demir Duvar” (1923) teorisine bakmak gerekir. Jabotinsky, Filistinlilerin kendi topraklarını gönüllü olarak kaybetmeyeceğini biliyor ve açıkça söylüyordu:
“Onların direnişi mantıklıdır; bu yüzden kırılması gerekir.”
Ona göre barış, ancak Araplar umudu tamamen kaybettiklerinde gelecekti. Bu anlayış, İsrail’in güvenlik politikasına dönüştü:
“Önce tam zafer, sonra müzakere.”
Bugün Netanyahu ve Trump tam olarak bu doktrini uyguluyor: Duvarlar inşa ederek güvenliği, barışı değil Filistin’in görünmezliğini sağlıyorlar.
Toprak ve Kimlik Arasındaki Trajik BağHem İsrailliler hem Filistinliler için toprak, yalnızca yaşanacak bir yer değil, varoluşlarının temeli.
İsrail için bu toprak, sürgün ve soykırımın ardından “bir daha yersiz kalmamanın garantisi”.
Filistinliler içinse, sürgünün ve kaybın somut hafızası; “yoktan var olmanın kanıtı”.
Bu yüzden iki halk da toprağı bölünebilir bir şey olarak değil, kimliğinin ayrılmaz parçası olarak görüyor.
Diplomatların yıllardır tekrarladığı “toprak karşılığı barış” formülü bu nedenle işlemiyor. Çünkü sorun, toprağın paylaşımı değil; karşılıklı varlığı tanıma meselesi.
Sonuç: Barışın Şartı TanımadırFilistinliler var ve İsrail bunu kabul etmeden barış mümkün değil.
İsrailliler, toprağın bir kısmından vazgeçerse tarihlerini kaybedeceklerini düşünüyor; Filistinliler, dönmezlerse kimliklerini kaybedeceklerini.
Bu yüzden çatışma, “iki halkın toprağı için değil, kimliği için savaşı.”
Gerçek barış, toprakları bölmekle değil, birbirlerinin varlık hakkını tanımakla mümkün olacak.
O gün geldiğinde, toprak artık bir sınır değil; ortak bir ufuk olacak.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:16
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 16 Ekim 2025 15:07 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















