Prim icat oldu milli duygular bozuldu Sözcü Gazetesi
Sozcu sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com duyuruda bulunuyor.
“Paranın hükmettiği yerde, bayrak rüzgâr bulmakta zorlanır.”
FIFA'nın milli takımlara dağıttığı 2.5 milyon Euro'luk ödülü, Türkiye Futbol Federasyonu futbolculara prim olarak paylaştırmış, futbolcular da primin bir kısmının personele verilmesini istemişti.
Bu jesti yerinde bulan TFF, primin 250 Euroluk kısmını Milli Takımın emekçileri arasında paylaştırmıştı.
Neden bu konuya değindim?
Şöyle;
FUTBOL DERDİ PRİM DEĞİL, NEFES ALAMAMAK
TFF’nin Türk futbolunda çözmesi gereken onlarca konu var.
Hepsini sıralayacak değilim.
Başta amatör ligler olmak üzere kulüplerin birçoğu maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Daha geçtiğimiz hafta 2. Lig Beyaz Grup ekiplerinden Adana 01 Futbol Kulübü yöneticilerinden özetle şu açıklama geldi:
Artık nefesimiz tükendi. Gerekli desteği bulamazsak, ligden çekilmek zorunda kalacağız.
Benzer durumda olan onlarca takım var.
18 yaş altı çocuklarımızın mücadele ettiği liglerde ambulans krizinin yaşandığı sayısız örnek var.
Ödenmeyen faturalar nedeniyle suyu, elektriği kesilen, malzeme sorunuyla boğuşan, deplasmana gidecek parayı bulamayan kulüpler can çekişiyor.
ALT LİGLERE CAN SUYU GEREK
2.5 milyon Euro, bugünkü kurla yaklaşık 122 milyon TL’ye tekabül ediyor.
TFF, maddi sıkıntılarla boğuşan kulüplere fazla değil birer milyon TL’lik yardımda bulunsa 122 kulüp biraz olsun nefes alır.
Ama TFF ne yapıyor.
Paraya ihtiyacı olmayan bırakın ihtiyacı olmalarını, para içinde yüzen ‘Bizim Çocuklara’, keyfi para dağıtıyor.
Bu konuda Milli Futbolcuların zerre günahı yok.
TFF’NİN MALI DENİZ Mİ?
Kamu ihalelerinde adı sık sık gündeme gelen TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun, bu primleri cebinden ödemesi kimseyi rahatsız etmezdi elbette.
Ancak, Türk futbolunun bunca derdi varken sınırlı kaynakların keyfi uygulamalarla çarçur edilmesi can sıkıyor.
AY YILDIZLI FORMAYI GİYMENİN GURURU
Bir sporcunun kariyerindeki en yüksek unvan, Milli Takım sporcusu olma unvanıdır.
Zira o şerefli forma, sadece bir kumaş parçası değil; geçmişin, kültürün, halkın umudu ve onurudur.
Tribünlerde dalgalanan bayrak, marşın ilk notasında kalbinde duyduğu heyecan, sahada dökülen alın teri…
Bunlar parayla ölçülmez, ödülle tartılmaz.
Bir futbolcu için Wembley’de, bir voleybolcu için Tokyo’da, bir güreşçi için Paris minderi üzerinde ülkesini temsil etmek, her türlü bireysel başarının üstündedir. Çünkü o anda artık “ben” yoktur; “biz” vardır.
EMANET Mİ ÖDÜL MÜ?
Bir milli sporcu, her ter damlasıyla ülkesinin itibarına katkı yapar.
Sahada, pistte, minderde ya da havuzda gösterdiği performans, sadece bir müsabakanın değil, bir milletin ruh hâlinin yansımasıdır.
Günün sonunda skor tabelasında yazan sayı değil, o formaya gösterilen saygı, gayret ve karakterdir asıl kazanç.
Bu yüzden milli takım kadrosuna çağrılmak bir “görevdir”.
Tıpkı askerlik, öğretmenlik gibi.
Karşılığında alınan şey “itibar”dır, “gurur”dur, “sorumluluk”tur.
Dünyanın birçok yerinde bu anlayış, hâlâ sporun kutsal köşesidir.
Brezilya’da çocuklar milli formayı “Tanrı’nın armağanı” olarak görür.
Japonya’da milli judocular mindere çıkmadan önce ülke bayrağı önünde eğilir.
Bizde de Lefter’in, Can Bartu’nun, Naim Süleymanoğlu’nun, Neslihan Demir’in gözyaşlarında aynı hissi görürsünüz:
Milletine hizmet etmenin onurunu.
Gelin görün ki son yıllarda milli formaya “manevi görev” değil, “maddi fırsat” gözüyle bakılmaya başlandı.
Milli maçlar öncesi açıklanan “teşvik primleri”, ülke gururunun yerini “ödül ekonomisine” bıraktı.
Bu tablo çoğu zaman geri kalmış ülkelerde karşımıza çıkıyor; çünkü gelişmiş toplumlar, milli takımın temsil hakkını zaten “onurun en yüce biçimi” olarak görüyor.
Almanya’da, Japonya’da ya da Hollanda’da sporcular, milli formayı giydiklerinde ekstra bir prim beklemez; o forma zaten en büyük ödüldür.
Bizdeyse hâlâ “ne kadar alacaklar?” sorusu, “nasıl oynayacaklar?” sorusunun önüne geçiyor.
EN BÜYÜK PRİM
Oysa milli takıma davet edilmek, “ödül” değil, “emanet”tir.
Emanetin değeri parayla değil, gösterilen özveriyle ölçülür.
Gerçek sporcu, formasının sırtındaki ay-yıldızın altında yatan sorumluluğu bilir: Her ter damlası, her adımı, her golü sadece kendisi için değil, milyonların gururu içindir.
Bir ülkenin sporcusu için en büyük prim, maçtan sonra gözyaşları içinde söylenen bir İstiklal Marşı’dır.
O marş bitip sessizlik çöktüğünde, geriye sadece bir şey kalır: O formayı hakkıyla taşımanın onuru.
Ülkenin, bu şuurdan yoksun yöneticilerden kurtulması ümidiyle.
Bu yozlaşma sadece futbolda değil; sanatın, siyasetin, eğitimin her alanında aynı virüs gibi yayılıyor.
NOT:Kitap önerilerine bir süredir ara vermiştim.
Önerim; Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu
Ahmet Talimciler'in kaleme aldığı bu eser; sporu sadece bir fiziksel etkinlik olarak değil, toplumsal ve kültürel bir olgu olarak ele alır. Kitap, sporun egemen ideolojilerin üretiminde ve toplumsal rızanın sağlanmasında nasıl bir araç olarak kullanıldığını inceler. Bu bağlamda, sporun toplumsal yapılarla olan ilişkisini derinlemesine analiz eder.
Eserde sporun, bireysel çıkarlar ve maddi ödüllerle değil, toplumsal sorumluluk ve onurla ilişkilendirilmesi gerektiği görüşü de ön plana çıkıyor.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:40
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 19 Ekim 2025 03:42 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















