Mutluluk tesadüf değil beynin öğrenebildiği bir beceridir
Ankara24.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
“Ben mutluluk biliminin, geleceğin en stratejik yatırımı olduğuna inanıyorum. Çünkü mutlu birey sadece kendini değil, çevresini de dönüştürür ve mutlu insandan kötülük gelmez.
Bu bir bulaşma etkisidir — bir insanın iyiliği başka birinin sinir sistemini düzenleyebilir.
Bu yüzden diyorum ki: “Mutlu beyin, mutlu insan; mutlu insan, mutlu toplum.””
“Mutluluk, bir hedef değil; anda alınan bir karar ve yaşamla uyum içinde kalabilme becerisidir.
Ve o beceri, hepimizin içinde, öğrenilmeyi bekliyor.”
Nörobilim uzmanı Gülferi Yıldırım ile Mutluluk Bilimi üzerine konuştuk.
Nörobilim uzmanı Gülferi YıldırımModern çağda mutluluk, çoğu insan için ulaşılması zor bir hedef gibi görünüyor.
Nörobilim Uzmanı Gülferi Yıldırım, hem bilim insanı hem eğitimci olarak geliştirdiği “Mutlu Beyin Mutlu İnsan” programıyla binlerce kişiye ilham veriyor.
Kendisiyle mutluluk biliminin nörobiyolojik temellerini, kendi dönüşüm hikayesini ve toplumun geleceğiyle bağlantısını konuştuk.
Mutlu Beyin Mutlu İnsan” okulu adını verdiğiniz eğitim programın çıkış noktası nedir?
“Mutlu Beyin Mutlu İnsan” benim geliştirdiğim sadece bilimsel temelli bir eğitim programı değil; kendi yaşam yolculuğumun da bir yansıması aslında. Mutluluk konusuyla ilgilenmem, budan yaklaşık 15 yıl önce başladı. Mutlu olmamı sağlayacağını düşündüğüm pek çok şeye sahip olduğum halde, hiç bir şeyle dolmayan mutsuz ve tatminsiz bir yaşamın içinde buldum kendimi. Sürekli gergin, kaygılı, her şeyden sıkılmış bir haldeydim. O dönemde aslında ilk defa gerçek mutluluğun ne olduğunu, bu mutsuzluğun sebeplerini sorgulamaya başladım. Bu konularda eğitimlere gitmeye başlayıp, kitaplar okudukça ve öğrendiklerimi hayata geçirdikçe kendimi zihnen, ruhen ve bedenen iyileştirebildiğimi gördüm. Psikoloji ve Nörobilim Yüksek Lisanslarımın yanı sıra Peru’dan, Hindistan’a, Meksika’dan, Endonezya’ya kadar dünyanın pek çok yerini gezip kadim kültürlerdeki bilgileri ve uygulamaları araştırdım. Oxford, MIT ve Massachusettes üniversiteleri gibi dünyanın en saygın okullarında mindfulness ve meditasyon eğitimleri aldım. Tüm bu bilgi ve deneyimleri bugün yaşadığımız modern dünyada salgın gibi yayılan mutsuzluk konusuna bilimsel temelli bir çözüm olacak şekilde formülize ederek bu programı oluşturdum. Şu anda üzerinde çalıştığım doktora tezimde de bu eğitim programının 8 haftada katılanların beyinlerinin işleyişinde nasıl değişim yarattığını nöro teknoloji cihazları kullanarak araştırıyorum.
Bugün yürüttüğüm tüm eğitimlerde, öncelikle mutluğu kavramsal olarak yeniden tanımlamayı, bir yandan olumlu zihin yapısı geliştirmeyi diğer yandan yaşamın içindeki zorluklarla yıpranmadan baş edebilmeyi, yaşamlarını zenginleştirmeyi beyinlerinin mutluluk kapasitesini yeniden nasıl aktive edeceklerini öğretiyorum. Benim programlarım, bilginin davranışa; davranışın da nörolojik değişime dönüştüğü bir sistem üzerine kurulu.
Bu yolculukta hem kendimi hem beynimi yeniden eğittim. Şimdi o deneyimi, bilimin diliyle başkalarına aktarıyorum.
Günümüz insanı neden bu kadar mutsuz? Sizce modern çağın beyni neden bu kadar yorgun?
Modern insanın beyni, evrimsel tarih boyunca hiç maruz kalmadığı kadar çok uyarıcıyla çevrili. Sosyal medya, bildirimler, sürekli kıyaslama ve eleştiri kültürü. Büyük şehirlerin kaosu. Her gün binlerce bilgiye, görsele ve habere maruz kalıyoruz. Ve bunların çok büyük bir kısmı olumsuz.
Beynimiz, milyonlarca yıldır tehditleri taramak ve sınırlı bilgiyle karar vermek üzere evrimleşti. Bu nedenle modern insanın beyni sürekli alarmda. Kortizol düzeyleri yüksek, dopamin (ödül) sistemleri aşırı uyarılmış durumda. Bir şeyleri kaçırma korkusu (FOMO) aslında bir “tehdit modu” tepkisi. Bu da “bilişsel yorgunluk” dediğimiz tabloyu doğuruyor: Zihin dolu ama dikkat dağınık, bilgi çok ama anlam az. Kişi, sürekli meşgul ama hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyor. Haz ve hız dünyası içinde zihinler yorgun düşüyor, bedenler hasta oluyor. Öfke, kaygı, depresyon tavan yapmış durumda. Sebebi biyolojimize uygun bir hayat sürmememizde. Buna bilinçli olarak dur demek, sorgulamadan çılgınca sürünün bir parçası olmaktan biraz geriye çekilip yavaşlamak ve hatta zaman zaman durmak en büyük ihtiyacımız. 21. Yy dünyasında “yavaşlamak” bir lüks değil, anlamlı bir hayat sürmek, zihinsel ve duygusal olarak sağlıklı kalabilmek için nörobiyolojik bir ihtiyaç.
Modern insanın mutsuzluğu eksiklikten değil, fazlalıktan kaynaklanıyor.
Çok fazla uyaran, çok seçenek, çok az anlam.
Beyin nasıl değişiyor? Gerçek mutluluk beyinde nasıl bir değişim yaratıyor?
Mutluluğa kavram olarak bakacak olursanız insanın kendinden ve yaşamından memnun olma halidir. Elbette bir taraftan da geleceğe dair umut taşımasıdır. Şunu da baştan belirtmek lazım; mutluluk bize kapitalist sistemin dayattığı veya sosyal medya platformlarında pompalandığı gibi sürekli haz peşinde koşmak, sınırsızca her şeye sahip olmak demek de değildir. Hayat uzun bir yolculuk. İçinde mutluluk kadar hayal kırıklıkları, kayıplar ve acılar da var.
Bize iyi gelen duyguları örneğin sevgi, huzur, güven, neşe gibi duyguları daha çok deneyimleyecek maksatlı faaliyetler içinde bulunmak, diğer yandan stresi yönetebilmek, yaşamın getireceği zorlukları kolaylıkla aşacak şekilde beynimizi eğitmek mümkün. Bu tamamen nöral bir yeniden yapılanma süreci. Nöroplastisite dediğimiz bu süreçte beyin, tekrar eden deneyimlerle yeni bağlantılar kurar ve mevcut devrelerini yeniden düzenler.
Beynin düşüncelerimizi, duygularımızı, kararlarımızı, davranışlarımızı yöneten başlıca bölgeleri — prefrontal korteks, amigdala, hipokampus ve nükleus accumbens — bir orkestranın bölümleri gibidir. Bu orkestra “düşünme”, “hissetme” ve “davranma” biçimimizi yönetir. Farkındalık, şükran, sevgi, öz-şefkat gibi duygular bu orkestrayı uyum içinde çalıştırır. Stres, öfke, kaygı ve korku ise senkronizasyonu ve ahengi bozar. Modern insanın zihninde bir melodi değil çoğunlukla bir kakafoni mevcut. Eğitimlerimde yaptığımız şey, zihin egzersizleri ve pratiklerle kişinin beyninde yeni bir “nöral network” oluşturmak. Ve bilinçli bir farkındalıkla kendi orkestrasını şef gibi yönetmesini sağlamak.
Örneğin düzenli meditasyon yapan birinin prefrontal korteksi güçlenir; bu, amigdalanın aşırı uyarılmasını dengeler. Yani kişi, olumsuz bir olay karşısında bile sükunetini koruyabilir.
Serotonin, oksitosin ve dopamin sistemleri dengelendiğinde “iyi hissetme” değil, “iyi olma” hali ortaya çıkar.
Ben hep şunu söylerim:
“Mutluluk dış koşulların hediyesi değil, beynin iç dengesiyle kurduğu barışın sonucudur.”
Ve bu denge, düzenli zihinsel egzersizlerle kalıcı hale gelir.
Eğitimleriniz ve kamplarınızda insanların hayatında nasıl dönüşümler gözlemliyorsunuz?
En büyük fark, insanların kendi beyinleriyle tanıştıklarında yaşadıkları aydınlanma oluyor. Daha önce bir çok kişisel gelişim eğitimine katılmış, eğitimli, bilgili çok öğrencim oluyor. Ancak çoğunun kafası karışık. Sosyal medyada sanki her şeyin çözümüymüş gibi sunulan, ancak hiç bir bilimsel temeli olmayan, birçoğu maalesef sadece insanları zihinsel ve duygusal olarak manipüle edip, sömüren yöntemler çok popüler. Benim eğitimin bilimsel alt yapısı, neyi neden yaptıklarını anlamaları, uygulamaları yaptıkça kendi iç dünyalarında ve dolayısıyla iş yaşamlarından, sosyal yaşamlarına, aile ilişkilerine kadar hayatlarının kalıcı olarak dönüşümüne sebep oluyor. Herkesten duyduğum ortak cümle “Çok eğitime gittim ama hayatıma ve bana dokunan, bu kadar dönüştüren bir eğitime rastlamadım” oluyor. Eğitimin pozitif etkilerini hem zihin hem duygu dünyalarında artı fiziksel sağlıklarında da görüyorlar. En önemlisi, insanlar yaşamın anlamını dışarıda aramayı bırakıyor; içsel bir rehberlik duygusu gelişiyor.
Katılımcılar, hangi durumda beynin hangi bölümünün devreye girdiğini, hangi düşüncenin duygularını nasıl tetiklediğini öğrendiklerinde, duyguların ve olayların kölesi olmaktan çıkıyorlar. Bilinçli olarak kendi yaşamlarının efendisi olmaya başlayıp hayallerine giden yolda sağlıklı ve mutlu ilerliyorlar.
Doğada yaptığım kamplar çok etkili. Bu süreci hızlandırıyor. Çünkü doğa, beynin evrimsel olarak en tanıdık ortamı. Bazıları “artık aynı olaylara aynı şekilde tepki vermiyorum” diyor.
Sizce bir toplumun geleceği için mutluluk biliminin önemi nedir?
Mutluluk, bireysel bir duygu değil; bir toplumun sinir sistemi gibidir. Toplumun bireyleri sürekli stres altındaysa, kolektif bir tehdit modu oluşur. Bu durumda güven azalır, empati zayıflar, kutuplaşma artar. Oysa mutlu beyin, açık beyindir — empatik, üretken ve dayanıklı.
Mutluluk bilimi bize şunu öğretiyor: Beyin korktuğunda savunur, güvende hissettiğinde üretir. Bu hem bireysel hem toplumsal düzeyde geçerli. Bir ülkenin gelişmişliği sadece ekonomisiyle değil (ki ekonomik büyümenin insanların mutluluğuna bir noktadan sonra etkisi olmadığını biliyoruz) toplumun mutluluk düzeyiyle ölçülmeli. Gayri Safi Mutluluk Endeksiyle ülke refahını ölçen Bhutan buna en güzel örnektir.
Ben mutluluk biliminin, geleceğin en stratejik yatırımı olduğuna inanıyorum. Çünkü mutlu birey sadece kendini değil, çevresini de dönüştürür ve mutlu insandan kötülük gelmez.
Bu bir bulaşma etkisidir — bir insanın iyiliği başka birinin sinir sistemini düzenleyebilir.
Bu yüzden diyorum ki: “Mutlu beyin, mutlu insan; mutlu insan, mutlu toplum.”
Mutluluk, bir hedef değil; anda alınan bir karar ve yaşamla uyum içinde kalabilme becerisidir.
Ve o beceri, hepimizin içinde, öğrenilmeyi bekliyor.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:36
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 15 Ekim 2025 05:01 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















