Meşruiyet tartışmalarına dışarıdan bakmak Turgay Yerlikaya
Ankara24.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Parlamento açılışı öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden yaşanan meşruiyet tartışmaları farklı formlarda ve revize edilerek gündemde tutulmaktadır. İçeride, muhalefet üzerinden meclis resepsiyonu ile eyleme dökülen, iktidarla araya mesafe koyma ve meşruiyet tartışmalarını daha geniş alana teşmil etme arayışı önemli ölçüde başarısız olmuştu. CHP’nin aksiyonuna meclisteki siyasi partilerin dahil olmayışının yarattığı huzursuzluk, bu tartışmaların yönünü değiştirmesine neden oldu.
Son günlerde yeniden tedavüle sokulan ve istikametini değiştiren meşruiyet tartışmalarının hedefinde Türkiye’nin son dönemdeki dış politik aksiyonları yer almaktadır. Özellikle BM görüşmeleri esnasında Türkiye’nin ABD ile yakınlaşması ve kronik sorun alanlarının çözümüne dair irade beyanları, Erdoğan’ı güçlendiren bir etki oluşturduğu ve dolayısıyla meşruiyet tartışmalarını olumsuz etkilediği gerekçesiyle eleştirildi. Erdoğan-Trump ikilisinin lider diplomasisine örnek teşkil edebilecek diyaloglarını, içeride rejimin ömrünü uzatacak bir dış destek olarak yorumlayan bu yaklaşım, son dönemde Batı ile kurulan her türlü ilişkiyi de bu perspektif üzerinden ele almaktadır.
Türkiye’nin ABD ile temasının yanı sıra İngiltere ile yapılan Eurofighter anlaşması da bu bağlam üzerinden sorunsallaştırılmaktadır. Türkiye’nin, özellikle İspanya ve İtalya gibi ülkelerin desteğiyle İngiltere ile bu anlaşmayı tesis etmesi, hiç kuşkusuz Türkiye’nin hava savunma kapasitesine büyük katkı sağlayacaktır. Askeri tedarik noktasında ciddi ambargolara maruz bırakılan Türkiye’nin son dönemde bu tür ikili ilişkileri geliştiriyor olması, etki alanının genişlediğini gösteren de bir durum.
Peki başarılı bir diplomasi ve ilişki trafiğine rağmen bu konuların meşruiyet tartışmaları ile ne ilgisi var? Neden, hükümetin dış politikada Batılı aktörlerle kurduğu ikili ilişkiler, “rejim”in varlığı için bir cankurtaran olarak görülüyor? Ana muhalefetin, iktidarın meşruiyeti ile ilgili açtığı tartışmayı bu alana doğru teşmil etmesi, hiç kuşkusuz hükümete yönelik eleştirilerin istenilen seviyede bir dış desteği bulamamasıyla ilgili. Hatta dışarıda istenilen desteğin bulunması bir kenara Türkiye’nin hem AB hem de ABD açısından önemli bir aktör olma pozisyonunu tahkim etmesi söz konusu. AB’de güvenlik mimarisi tartışmalarında Türkiye’nin rolüne sıklıkla atıf yapılması ve ABD’nin başta Suriye sahası olmak üzere Gazze’nin geleceğinde Türkiye’yi önemli bir aktör olarak kabul etmesi, muhalefetin meşruiyet tartışmalarını boşa düşüren gelişmeler. ABD ve İngiltere’nin yanı sıra Almanya Şansölyesinin bugünlerdeki Türkiye ziyareti, istikameti ile ilgili tartışmalar yapılan Türkiye’nin dış politikadaki etki alanının gücüne işaret eden bir hareketlilik.
Bu sebeple, Batı’nın birtakım çıkarlar uğruna Türkiye’deki hükümete destek verdiği iddiası birçok açından sorunlu. Sanılanın aksine Batı ile ilişkilerde Türkiye’ye bazı tavizler verildiği ve bu nedenle rejimin ayakta kaldığı iddiası da rasyonel olmaktan uzak. Batı’nın uzunca süre otokratlara destek verdiği ve kendi çıkarları için müdahil oldukları ülkelerdeki rejimleri desteklediği aşikar fakat Türkiye’deki durum bu tür örneklerle mukayese edilemez.
Middle East Institute’den bir Türkiye uzmanının, Türkiye ile Mısır örneği üzerinden yaptığı karşılaştırmada da benzer bir varsayım söz konusu. Bahse konu karşılaştırmada, Enver Sedat Mısır’ı ile Erdoğan Türkiye’si arasında ABD ile ilişkiler üzerinden bir benzerlik kurulmakta ve her iki aktörün de ABD desteğiyle iç politik alanda bir güç kazandığı iddia edilmektedir. Jimmy Carter’ın 1977’de Sedat’ı ABD’de misafir etmesi ile Trump’ın Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlamasını karşılaştıran uzmana göre, her iki isim de dış destek ile ayakta kalabilmektedir.
Bu tür sorunlu mukayeselerin anlamadığı şey, mukayese edilen aktörlerin aksine Erdoğan’ın Batı ile ilişkilerdeki simetrik ilişki talebidir. Erdoğan’ın, özellikle 2009 sonrasında eksen kayması tartışmalarına rağmen Türkiye’nin dış politik yönelimini çeşitlendiren stratejik adımları ve otonomi arayışında ortaya koyduğu performansı anlamadan yapılan bu tür karşılaştırmalar, güncel politik tartışmaların kısır döngüsüne kapılmaktadır. Nasır sonrası Mısır’da, Sedat’ın ABD ile ilişkileri ve Camp David ile yeni bir düzen arayışının motivasyonu ile Erdoğan’ın 2002’den bu güne Batı ile geliştirdiği ilişkileri aynı kategoride değerlendirmemek gerekiyor. Hem dönemin Mısır’ındaki sosyo-politik bağlam ile Türkiye’nin 21.yüzyılındaki bağlam, hem de iki aktörün dış politikadaki stratejileri birbirinden bağımsız değişkenlere sahiptir. Bu gerçeklik ve farklılıkları göremeyen her türlü tarihi karşılaştırma, anakronik olmakla malul olduğu gibi içeride iktidarı sınırlandırabilecek meşru eleştiri kanallarını da sorunlu hale getirmektedir.
İçeride seçimler yoluyla hükümetin değişebildiği bir toplumsal vasatta, iktidarın pratiklerinden kaynaklı sorunlar ile iktidarın meşruiyeti arasındaki tartışmaları birbirinden ayırt etmek gerekiyor. İktidarın, siyasi ve sosyal alandaki performansı demokratik rejimlerde seçimler yoluyla ele alınır. Eğer bir iktidar, meşruiyetini farklı aktörler üzerinden geliştirdiği dinamiklerde arar ise, o iktidarı sürdürebilmesi çok da mümkün değildir.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:21
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 30 Ekim 2025 04:23 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















