Mahfi Eğilmez: Yeni dünya düzeni; eski eğilimler
Ankara24.com, T24 kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Mahfi Eğilmez
Dünya düzeni geçmişte pek çok kez değişti. Bunları saymakla bitiremeyiz ama üçü çok önemli dönüşümlerdir: Tarım devrimi, ticaret devrimi ve sanayi devrimi. Yirmi birinci yüzyıla girerken bunlara bir dördüncü eklendi: Sermaye hareketlerinin serbestliği. Tarım devrimi insanların beslenme imkânlarını artırdı. Ticaret devrimi her yerde üretilen şeylerin her yere ulaşmasını sağladı. Sanayi devrimi insanların pek çok mala ulaşmasının yolunu açtı. Sermaye hareketlerinin serbest kalması da paranın istediği gibi dolşamasının önünü açtı. Artık herkes istediği yerde istediği şeye yatırım yapabilir hale geldi.
Yirminci yüzyılın 1920’lerden 1980’lere kadar geçen 60 yıllık döneminde bir yanda ABD’nin diğer yanda Sovyet Rusya’nın hegemon devlet konumunda olduğu iki kutuplu bir dünya söz konusuydu. Bu ikisine de bağlı olmayan ülkeler kendilerini üçüncü dünya olarak tanımlıyor olsalar da bu ikisiyle baş edecek güçte değillerdi. Bu dönem nükleer güç sahibi bu iki ülkenin soğuk savaşıyla geçti. Zaman zaman sıcak savaşın eşiğine gelseler de o sınırda durdular. 1980’lerde Sovyet sistemi çöküşe girdi ve Sovyetler Birliği dağıldı. Birlikten kopan devletler bağımsızlıklarını aldılar. Birliğin temeli olan Rusya da ayrı bir devlet olarak ortaya çıktı. Bu dönemde Çin’in çıkışı başladı. O zamana kadar ABD’nin ardından dünyanın en hızlı gelişen ve ABD’ye yetişmeye en yakın görünen ülkesi konumunda olan Japonya durgunluğa girdi. Bugün hala durgunluk içinde devam ediyor. Çin, önce Avrupa devletlerini sonra Japonya’yı geride bıraktı ve ABD’ye yetişti. Satın alma gücü paritesiyle bakarsak ABD’nin üzerinde bir GSYH’ye sahip görünüyor.
ABD’nin hegemon konumu altındaki gelişmiş ülkeler (Avrupa, Japonya, Kanada) ve Amerika kıtasındaki gelişme yolundaki ülkeler (Brezilya, Arjantin vd.) neoliberal ilkelerle revize edilmiş kapitalist sistemi benimsemişlerdi. Bu ülkeler açısından paranın değerli maden (altın) karşılığı olmaması, merkez bankasının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, demokrasi önemli kabullerdi. Hepsinde aynı kalitede değildi bu temeller kuşkusuz. Bazılarında demokrasi daha ileri düzeydeydi bazılarında ahbap çavuş demokrasisi niteliğindeydi.
Yavaş yavaş Çin’in hegemon konuma doğru evrildiği diğer gruptaki ülkelerde artık o klasik sosyalizm söz konusu değil. Kapitalizm oralarda da geçerli ama liberal ilkeler öteki taraftaki kadar geçerli değil. Bu grupta yer alan ülkelerde otoriter bir liderlik modeli söz konusu. Hukuka bağlılık tartışmalı bir konu. Çünkü bu taraftaki hukuk öteki taraftakilerin anladığı hukuk normlarından farklı bir görünüm içinde bulunuyor.
Yirmi birinci yüzyıla girilirken sermaye hareketlerinin serbest kalmasıyla başlayan birleşik finansal piyasa yaklaşımının şekillendirdiği küreselleşme hareketinin doğudakileri de batı normlarına çekeceği beklentisi yaygındı. Kapitalizm, iyi kötü, bütün dünyanın sistemi olur, bütün dünya sermayenin ortak pazarı haline gelirken batılı hukuk normları, batı tipi demokrasi yaklaşımı, bağımsız merkez bankası, bağımsız kurullar, yerel yönetimlerin ağırlık kazanması gibi kabullerin doğuda da öne çıkacağı tahmin ediliyordu.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği geride kalırken bu beklentilerin boşa çıktığı açık bir biçimde anlaşılmış bulunuyor. Hatta tam tersi olmaya başladı diyebiliriz: Batıda demokrasiden otoriterleşmeye doğru eğilimler ve hukukun üstünlüğü anlayışından sapmalar görülüyor. Trump yönetimi, demokrasi ve hukuk ülkesi olarak örnek gösterilen ABD’de otoriterleşme eğilimine geçişi ve hukukun üstünlüğünü çiğnemeyi neredeyse kabul ettirme aşamasına geliyor. Buna karşılık Kongre direniyor. 2026 bütçesinin Kongre’ce onaylanmaması, geçici bütçe için de izin verilmemesi hükümetin kapanması olgusunu getirdi. Kapanma olgusu neredeyse ikinci ayını doldurmaya doğru gidiyor. Kongre bu tavrıyla Trump’a “sen kral değilsin, benimle uzlaşmadan tek başına karar alamazsın” diyor. Buna karşın otoriterleşme ve hukuku eskisi kadar saygıyla kabul etmeme eğilimi taraftar bulmaya devam ediyor. Avrupa’nın bazı ülkelerinde de otoriter liderler, demokrasiyi ve hukuk kurallarını kenara itmeye yöneliyorlar. Yüzyılın ikinci çeyreğinde bunların bazılarının başarılı olduğuna ve Avrupa’nın demokrasi ve hukukun üstünlüğü havariliğini yavaş yavaş kaybettiğine tanık olabiliriz.
Doğu bu çerçeveden bakınca eski konumunda durduğu için daha tutarlı en azından daha istikrarlı görünüyor. Örneğin Çin ve Rusya dün neredelerse bugün de oradalar.
Trump’ın ABD Merkez Bankası Fed’e ve onun başkanına yaklaşımını Çin veya Rusya Başkanları kendi merkez bankalarına yapsalar bu yaklaşım batılılarca kıyasıya eleştirilirdi. Ama konu Trump olunca çoğunluk sessiz kalıyor.
Belirsizlik hiç bu kadar yüksek düzeylere çıkmamıştı. Belirsizliklere neden olan pek çok şeyin arasında irrasyonel kararlar ve uygulamalar öne çıkıyor. Özellikle Trump’ın gümrük vergileriyle ilgili sürekli değişiklik gösteren ve rasyonelliği tartışmalı olan kararları belirsizliği daha da artırıyor. Biz böyle kararlara Türkiye’de alışığız ama ABD, Avrupa Birliği üyeleri ve diğer gelişmiş batılı ülkelerin sakinleri bu tür kararlarla karşılaşınca şaşırıyor. Bütün bunların sonucunda ülkelerin merkez bankaları altın rezervlerini artırmaya yöneliyor. Belirsizlikte kendilerine güvenli liman arayan kişiler de altına yönelince altın fiyatları artıyor. Doların altın karşılığı 1971’de kaldırıldığından beri kâğıt paraların bu anlamda bir karşılığı bulunmuyor. Ne var ki ABD doların en önemli rezerv para olarak adeta bir dünya parası haline gelmesini kötüye kullanarak inanılmaz bir borç yaratma kapasitesine ulaştığı için şimdi her yandan “acaba kâğıt paralar yine altın karşılığı mı basılsa” diye sorular yükseliyor. Böyle bir şey muhtemelen mümkün olmaz ama şurası açık ki doların egemenliği artık ciddi biçimde sarsılıyor.
Batı yaşlanıyor ve yaratıcılığı giderek düşüyor ona paralel olarak da ekonomilerin büyüme hızları her yıl biraz daha geriye gidiyor. Yakın zamana kadar Avrupa’nın lokomotifi konumundaki Almanya’nın Japonya gibi bir durgunluğa girdiğini öne süren çok sayıda yorumcu var. G20 ülkeleri içinde gelişmiş ülkelerin büyüme hızları bir süredir ortalama yüzde 1,5, aynı gruptaki gelişme yolundaki ülkelerin büyüme hızları ortalaması ise yüzde 4,5 dolayında sabitlenmiş görünüyor. Yalnız Almanya değil bütün gelişmiş ülkeler durgunluğa doğru sürükleniyor. Bu durumda dünyayı taşıyacak olan güç artık gelişmekte olan ülkeler.
Yirmi birinci yüzyılın ikinci çeyreği çok farklı gelişmelere sahne olacak.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:19
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 20 Kasım 2025 12:02 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















