Her satırı inanılmaz: Dağın zirvesinden aşağı düştü, kırık omurgayla kilometrelerce yol yürüdü! Peki nasıl hayatta kaldı?
Ankara24.com, Hurriyet kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Jean Muenchrath, kıta ABD'sinin en yüksek noktası olan Whitney Dağı'nın zirvesinde başarısının tadını çıkarırken bir anda gök gürültüsünü işitti.
Takvimler Mayıs 1982'yi gösteriyordu. Jean ve erkek arkadaşı Ken, 359 kilometrelik John Muir Yolu'nun son durağındaydı. Son bir ayı California'da bulunan Sierra Nevada dağlarında kâh doğa yürüyüşü kâh kayak yaparak geçirmişlerdi.
Yolculukta zaman zaman zorlayıcı anlar yaşanmıştı. Ekipmanları kırılan gençlerin, canlarını ayılar ve çığlardan güçlükle kurtardıkları günler olmuştu. Ancak aynı zamanda çok heyecan verici bir tecrübe yaşamışlardı.
Jean 22 yaşındaydı; sağlıklı, güçlü ve tecrübeli bir doğa yürüyüşçüsüydü. Çocukluğundan beri kayak yapıyordu. Üstelik Montana eyaletinde park bekçisi olarak çalışmıştı. O ve üniversiteden beri beraber olduğu Ken, bu yolculuk öncesinde daha küçük çaplı maceralara atılarak hazırlık da yapmıştı.
Fırtınanın şiddetinden kaçınmak isteyen Jean ve Ken, planladıkları rotayı değiştirip farklı bir rotayla inişe geçti. Yamaç oldukça dikti. Aşağı inmek için buz baltalarına tutunmak zorundaydılar. Kısa süre sonra Ken kontrolünü kaybetti ve 240 metre aşağı düştü. Ancak o sırada Jean, sevgilisinin düşüşüne tepki verme lüksüne sahip değildi. Kendi inişine odaklanmak ve aşağıda Ken'in parçalanmış cesedini bulma korkusunu yenmek zorundaydı.
KEN DÜŞÜŞÜNÜ YARA ALMADAN ATLATTI
Bir mucize olmuş olsa gerek ki Jean yanına vardığında Ken, neredeyse sapasağlam onu bekliyordu. Düşerken sırt çantası çıkan Ken, kayalardan aşağı inip çantasını ve iplerini almaya gitti. Jean yorgunluktan bitmiş vaziyette orada duruyor, havanın kararmasını izliyor ve inişe devam etmek için gerçekten ipe ihtiyacı olup olmadığını düşünüyordu.
Ken çantanın olduğu çıkıntıya kolayca ulaşınca Jean de aynı şeyi yapabileceğine inandı. Sırt çantasının yanlarına bağlanmış kayakları tehlike oluşturuyordu. Bu yüzden önce kayakları çıkarıp aşağı attı, ardından da kayalara daha kolay tutunabilmek için eldivenlerini çıkardı.
Ne kadar zor bir işe kalkıştığını anlaması çok sürmedi. Ken aşağı inerken kendisini engelleyen bir şey yoktu. Jean ise yaklaşık 15 kilogram ağırlığında bir sırt çantası taşıyor ve ayaklarıyla tutunmasını zorlaştıran büyük deri kayak botları giyiyordu.
Üşüyordu, acıkmıştı ve Ken'in düşüşünü görmek onu travmatize etmişti. Üstelik boyunun Ken'e kıyasla ne kadar kısa olduğunu da hesaba katmamıştı. Ken'in ayağını bastığı yerlere tutunamıyordu. Geldiği yoldan geri dönemeyen ama aşağı da inemeyen Jean, arada sıkışıp kalmıştı. Artık bacakları titriyordu. Tutunamayacak hale gelmişti.
"TANRIM NE OLUR DÜŞMEME İZİN VERME"
Yaşadıklarını The Guardian'a anlatan Jean, "Gerçekten çaresiz hissediyordum. Aklımdan geçen son düşünce, 'Tanrım, ne olur düşmeme izin verme'ydi" diye konuştu.
Jean bilincini kaybetmeden önce, kafasının kayalara çarptığını duydu. Bir anda kayalık yamaçtan aşağı yuvarlanmaya başladı. Ken'in daha sonra anlattığına göre, buz baltasının granite sürtündüğü anlarda metalin ucundan kıvılcımlar çıkıyordu.
"Düştüğüm anda dünyam karardı" ifadelerini kullanan Jean, "Hiç acı hissetmedim. Vücudumun kayalara çarptığını da hissetmedim, sadece sesi duydum. Hayatım gözlerimin önünden geçmedi, sadece bir boşluk vardı" dedi.
Jean kendine geldiğinde Ken'in kendisini karın içinde sürüklediğini fark etti. Kalkıp yürümesi gerektiğini biliyordu ama sürekli yere yığılıyordu. Ken uygun bir kamp yeri bulana kadar aşağı yukarı 800 metre yol kat ettiler.
Ağır yaralandığının bilincinde olduğunu belirten Jean, The Guardian'a yaptığı açıklamada, düşüşün ardından başındaki ve kalçasındaki yaralardan kan aktığını, vücudunun birçok yerindeki yaralarının yanı sıra omurgasının birkaç yerinden kırıldığını ve leğen kemiğinin çatladığını söyledi. Üstelik iç kanaması da olduğunu belirten Jean, "Başım kanıyordu ve halsizdim. Acı çekiyordum ama buna odaklanamıyordum. Elimden geldiğince ayakta kalmaya çalışıyordum" diye konuştu.
Kamp kurdukları sırada güneşin batmakta olduğunu da sözlerine ekleyen Jean, "Hava çok fırtınalıydı. Dışarı baktım ve günün son ışığı olan altın rengi bir ışık huzmesinin bulutların arasından sızarak Russell Dağı'nı aydınlattığını gördüm. 'Bu, ölmeden önce görebileceğim son şey olabilir' diye düşündüğümü hatırlıyorum" ifadelerini kullandı.
"SABAHA KADAR DAYANIRSAM HER ŞEY YOLUNA GİRECEK" DİYE DÜŞÜNMÜŞTÜ
O gece çadırda yatarken, Jean bir anda uyandı. O anı "ölümün ziyareti" olarak adlandıran Jean, "Neredeyse bir varlık gibiydi. Vücudumun üzerinde ağır bir gölge hissettim. Tehditkâr değil, huzur vericiydi. Şimdi geriye dönüp baktığımda bedenimdeki yaşam gücünün kaybolmaya başladığını hissettiğimi anlıyorum. O an, sabaha kadar yaşarsam en büyük hayallerimi gerçekleştireceğime yemin ettim" ifadelerini kullandı.
Bunun anlamının Himalayaları ziyaret etmek olduğunu belirten Jean, "Nedense, 'Sabaha kadar dayanırsam, her şey yoluna girecek' diye düşünmüştüm. Ama aslında bir hafta daha dayanmam gerekiyordu" ifadelerini kullandı.
Jean çadırlarına şekli ve boyutu nedeniyle "tabut" adını takmıştı. Çünkü çadıra girmek için yerde sürünmeleri gerekiyordu. Ne var ki kazanın ardından bu isim acı bir ironiye dönüşmüştü. Jean, "İçerisi çok dar ve kar yağışı çok şiddetli olduğu için çok karanlıktı. Kar yağdıkça çadır ağırlaşıyordu" ifadelerini kullandı. Çok şiddetli ağrılar çeken ama hareket edecek veya pozisyon değiştirecek yeri bile olmayan Jean kendi kendine sürekli "Yaşayacağım" diyordu.
NE OLURSA OLSUN DEVAM ETMEK ZORUNDAYDILAR
Fırtına dışarıda tüm şiddetiyle devam ederken ne yapacaklarına karar vermek için iki gün üç gece çadırda kaldılar. Ken'in Jean'i dağda yalnız bırakıp yardım aramaya gitmesi çok riskliydi. Bir günde güvenli bir yere ulaşmaları da imkânsız olduğu için, ekipmanlarını da alıp birlikte aşağı inmeleri gerekiyordu.
Bunu yapmaları mümkün görünmüyordu, ama Jean oradan ayrılmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Jean, "Yola çıkmak için eşyalarımızı topladığımızda, arkama dönüp kampa bakmadım. Orayı görmek istemiyordum. Sadece ileriye bakmak istiyordum" diye anlattı o dakikaları.
Jean çok güçsüzdü ve yaralıydı. Zar zor hareket edebiliyordu. Aşağı inebilmek için kayalık ve karlı bir dağ geçidini, 1.500 metrelik bir kanyonu, eriyen kar sularıyla hızlanan dereleri ve yoğun bitki örtüsünü aşmaları gerekiyordu. Olacak iş değil gibiydi. Üstelik Jean kırık omurgası ve leğen kemiğinin üzerinde 15 kilogramlık bir sırt çantası taşıyordu ve yaraları nedeniyle poposunda bir kangren oluşmuştu.
Jean, "Yüksek rakımlarda hâlâ kış mevsimindeydik. İniş korkutucuydu, ama kat etmemiz gereken mesafeyi veya yolun ne kadar engebeli olduğunu çok fazla düşünmeden adım adım ilerlemem gerekiyordu. Bazen yere yığılıp kalıyordum, sonra kalkıp bir adım daha atıyordum. Denemezsek ölecektik ve ben öleceksem, yaşamak için her türlü çabayı göstererek ölecektim" ifadelerini kullandı.
KIRIK KEMİKLERLE KARLARIN İÇİNDE YÜRÜMEYE ÇALIŞIYORDU
Yer yer karlar erimiş ve üzerine basana kadar görünmeyen derin çukurlar oluşmuştu. Jean bu çukurlara girip düşünce vücuduna yeni acılar saplanıyordu. Bir ara, sırtını dinlendirmek için kar yığınlarının üzerinde sürünerek ilerlemeyi bile denedi.
Yolun en zor kısmı, karın diz hizasına kadar geldiği devasa bir buzul oluğunu geçmekti. Derin karın içinde leğen kemiğindeki ve sırtındaki kırıkları görmezden gelip her adımda dizlerini karnına çekerek yürümek zorunda olduğunu belirten Jean, "Çok acı vericiydi ve aynı hareketi tekrar tekrar yapmam gerektiğini biliyordum. Çok dua ettiğimi hatırlıyorum. Himalayaları gözümün önüne getirip, 'Bu yüzden bunları yaşıyorsun, bu dağları göreceksin' diye düşünüyordum" ifadelerini kullandı.
Yaşadıklarının hem korkutucu hem de acı verici olduğunu da sözlerine ekleyen Jean, "Detayları tam olarak bilmesem de sırtımda kırık olduğunu biliyordum. Omuriliğimin kopmasıyla felç olmaktan ve karda bir çukurda donarak ölmekten çok korkuyordum" dedi.
Yorgunluktan bitkin düşen Jean ve Ken, o gece kamp kurdu. Ertesi gün yola devam edip nihayet bir patikaya ulaştılar. Jean, "O noktada sürekli yere yığılmaya başlamıştım. Yüz üstü yere kapaklanıyor, sonra kalkıp yürümeye çalışıyordum. Çok güçsüz olduğum için sarhoş gibi sendeliyordum. Sırt çantamı Ken taşıyordu. Kendi kendime, 'Çok yaklaştım, acaba başarabilecek miyim? Burada ölebilirim' diye düşünüyordum. Ama bu düşünce her aklıma geldiğinde, 'Himalayaları görmelisin. Kalk ve yürü' diye düşünmeye başlayıp kendimi toparlıyordum" diye konuştu.
DAĞDAN İNDİKLERİ ANDA GÖZYAŞLARINA BOĞULDU
Yolun son kısmını Jean, Ken'in kollarında geçirdi. Otoparka vardıklarında yardımın yaklaştığını idrak eden Jean, bir anda acısını hissetmeye başladı. O ana kadar ağrılarını farkında olmadan bastırmıştı. Beş gün önceki düşüşünden sonra ilk kez gözyaşlarına boğulduğunu belirten Jean, "O ana kadar kendime ağlama izni vermemiştim çünkü bunun altından kalkamazdım. Ölürdüm ya da başaramazdım" dedi.
Ne var ki Jean hâlâ tehlikedeydi: Çok kan kaybetmişti, bitkindi ve şoktaydı. Yoldan geçen bir sürücü onları hastaneye götürdü. Hastanede Jean'in omurgasının birkaç yerinden kırıldığı, kuyruk sokumu kemiğinin parçalandığı, kasık kemiği ve kalçasında kırıklar olduğu anlaşıldı. Kalçasındaki kangrenin alınması gerekiyordu ve mesanesi hasar gördüğünden yüzden idrarını boşaltmak için sonda takılması gerekiyordu.
Jean, sonraki birkaç ayı annesinin evinde yatak istirahatiyle geçirdi. Doktorları ona muhtemelen bir daha doğa yürüyüşü yapamayacağını söylemişlerdi. Ancak bu durum Jean'in kararlılığını daha da güçlendirdi. Birkaç yıl içinde neredeyse normale dönen Jean, Ken'le birlikte tekrar yürüyüş ve kayak yapmaya başladı. Ken'e Colorado'da park bekçisi olarak iş teklif edildiğinde, oraya taşındılar ve evlendiler. Jean de park bekçisi olarak çalışmaya başladı.
DAĞDA YAŞADIKLARINI HİÇ KONUŞMADILAR
Sonraki yıllarda dağda yaşananlar hakkında hiç konuşmadılar. Ken, Jean'e başından geçenleri kimseye anlatmamasını söylememişti. Jean, "Bunun nedenini hiç anlamadım. Belki suçluluk duyuyordu, ama buna gerek yoktu. O yanlış tercihi yapan bendim. Belki de utanıyordu" dedi.
2003'te ayrılana kadar 25'den yıldan fazla birlikte olduklarını ve pek çok başka macera yaşadıklarını, ancak kaza hakkındaki sessizliğin zamanla ilişkilerinde bir soruna dönüştüğünü vurgulayan Jean, "Buna kesinlikle katlanmamalıydım. Bu durumun iyileşmemi engellediğini düşünüyorum. Sanırım bu yüzden boşandıktan sonra daha fazla ilerleyebildim" dedi. Ken 2013 yılında hayatını kaybetti.
Jean, kazadan sadece iki yıl sonra, Himalayaları gördü. Yürüyüş yedi hafta sürdü ve mesanesi halen hasarlı olduğundan Jean yola çıkmadan önce çantasını tek kullanımlık sondalarla doldurmuştu. Bu gezinin ardından Jean Nepal'de rehberli turlar düzenlemeye başladı.
YILLARCA AĞRI ÇEKTİ, DAĞA GERİ DÖNMEK İYİLEŞTİRDİ
Jean 90'ların sonlarını, kronik ağrılar içinde geçirdi. Vücudu ve hayatı parçalanıyor gibi hissediyordu. Sonraki 20 yıl boyunca dönem dönem ağrılar çeken Jean bazen birkaç adım bile yürüyemiyor ve aylarca yatağa mahkûm oluyordu. Jean o günleri, "Çok zor bir mücadeleydi. Yatağa kıvrılıp ağladığım, kendimi çok umutsuz hissettiğim zamanlar oldu, hatta bazen hayatta kalmamış olmayı dilediğim zamanlar bile oldu" diye anlattı.
Jean, tıpkı dağdaki çadırda olduğu gibi, zihnini eğitmeye devam ettiğini de belirterek, "Whitney Dağı'nı bir güç kaynağı olarak kullanmayı öğrendim. Kendime 'En kötüsünü atlattın, bir sonraki şeyi de atlatabilirsin' diyorum" dedi. Kendi esneme ve egzersiz rutinlerini geliştiren, ağrısını anlayan anlayışlı doktorlar bulma şansını da yakalayan Jean, terapistinin teşvikiyle "If I Live Until Morning" (Sabaha Kadar Yaşarsam) isimli kitabı yazdı. Jean, "Her şeyi gerçekten sindirmem gerektiği için kitap yazma süreci çok iyileştirici oldu" dedi.
Jean 2013 yılında, ikisi de hevesli dağcılar olan partneri Paul ve arkadaşı Jonathan ile birlikte Whitney Dağı'na geri döndü. Gezileri bu kez birkaç gün sürdü. Jean, hem çantasından söküp attığı kayaklarını bulmak hem de "şeytanla yüzleşmek" için geri dönmüştü. Ken ile birlikte acil durum kampını kurdukları yeri bulduğunda, Jonathan 100 metreden daha az bir mesafede bir kayak gördü. Jean bunun kendisinin değil, Ken'in kayağı olduğunu fark ettiğini belirterek, "Kayağı almaya gittim. O anda kendimi kaybettim, çünkü Ken'in kayağını tutuyordum, kırılmıştı. Kayalıklara bakıyordum ve ölmem gereken kamp alanında duruyordum. Geçmişle şimdiki zamanın çarpıştığını hissettim. Her şey içime doldu, sanki duygularımdan boğulacakmışım gibi, öfke ve üzüntüyle ağlayıp çığlık atıyordum, ama sanki her şeyi dışarı çıkarıyormuşum gibi hissettim. Gerçekten harikaydı" diye konuştu.
Jean sözlerini, "Orada dururken şunu anladım: Kendimi gerçekten affetmemiştim. Kötü bir karar verdiğim için kendimden nefret ediyordum. On yıllardır bunun acısını çekiyordum, ama sonunda kendimi affetmem, bunu kabullenmem ve hayatıma devam etmem gerektiğini anladım. Ayrıca, böylesine ağır bir olaydan sağ kurtulduğum için gurur duyabileceğimi de fark ettim. Kendi kendime, 'Neredeyse imkânsız olmasına rağmen, bunu gerçekten başardın. Sen yaptın' dedim" diye noktaladı.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:48
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 02 Kasım 2025 09:09 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















