Emekliler sosyal atık değildir! Peki neden yoksulluğa mahkûm ediliyorlar?
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
Türkiye’de bugün milyonlarca emekli, yalnızca geçim sıkıntısıyla değil, adaletsiz bir sistemle mücadele ediyor. 16 bin 881 liralık en düşük emekli maaşıyla bir ay değil, bir haftayı çıkarmak bile mucizeye dönüştü. Pazar filesi yarım, market arabası boş, doğalgaz sayacı sessiz… Ve en acısı, umutlar da yorgun artık.
Emekliler geçinemiyor, çünkü aldıkları maaş, yaşamın değil borcun içinde kaybolmuş durumda. Banka kredileri, kredi kartı limitleri, promosyon taahhütleri derken; emeklinin tek güvencesi olan maaşı, bankaların elinde bir “ipotek belgesi”ne dönüştü.
Bugün birçok emekli, maaşını almadan önce bankaya olan borcunu ödemek zorunda kalıyor. Kredi kartı ekstresi maaşın önüne geçiyor. Bazı emekliler, maaşını ATM’den çekemiyor çünkü banka, borcunu “bloke” ediyor.
Oysa 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 93. maddesi açık ve nettir: “Emekli maaşına haciz konulamaz.”
Ama pratikte, bankalar emekliye “muvafakatname” imzalatarak maaşlara el koyuyor. Bu, yasal bir boşluktan faydalanmaktır; adı kurnazlık değil, vicdansızlıktır.
Bankaların verdiği üç kuruşluk promosyonu yıllara yayarak geri alması, insana değil kâra odaklanmış bir sistemin sonucudur. Promosyonlar eşitsiz, kredi faizleri yüksek, borçlar ise geri ödenemez hale gelmiştir.
Bir emeklinin maaşını belirleyen en kritik unsur, Aylık Bağlama Oranı (ABO)’dur.
2000 öncesinde emekli olanlar, primlerinin yaklaşık yüzde 70’ine denk maaş alırken; 2000–2008 arasında bu oran yüzde 65’e, 2008 sonrasında ise yüzde 35’lere kadar düşmüştür.
Yani aynı süreyle prim ödeyen iki vatandaş arasında neredeyse yarı yarıya fark vardır.
Bu fark, teknik bir detay değil, adalet uçurumudur.
ABO sistemi, “ne kadar çok çalışırsan o kadar az alırsın” noktasına gelmiştir.
Bir ülke, en çok çalışanını değil, en çok mağdurunu yaratıyorsa, o sistem sosyal değil, sorunsal hale gelmiştir.
Emekliler yıllardır “İntibak Yasası” bekliyor.
2000 yılı öncesi emeklilere bir nebze düzenleme yapılmış olsa da, 2000 sonrası emekliler hâlâ aynı haklardan mahrum.
İntibak düzenlemesi, sadece maaş farklarını kapatmak değil, yılların emeğine saygı göstermek demektir.
Bir devlet, çalışanına “sen erken çalıştın, geç doğdun” diyerek ayrım yapamaz.
Her altı ayda bir yapılan zamlar, TÜİK verileriyle cilalanmış bir illüzyona dönüştü.
Kâğıt üzerinde maaşlar artıyor ama mutfakta, pazarda, eczanede bu artışın izi yok.
Emekli, zam değil adalet istiyor.
Bu nedenle seyyanen zam, bir hediye değil; insan onuruna yaraşır yaşamın temel şartıdır.
Bugün 16 bin 881 TL maaşla kira ödeyen, elektrik faturası yatıran, torununa harçlık vermeye çalışan bir emekli, hayatı “takside” değil “borçta” yaşıyor.
Her bayram öncesi hükümetler, “müjde” diye 3-4 bin liralık ikramiyeyi duyuruyor.
Oysa bu tutar, bir market alışverişine bile yetmiyor.
Bir ülkenin büyüklüğü, köprüleriyle değil, bayramda çocuklarına harçlık verebilen dedeleriyle ölçülür.
Aynı şekilde maaşlara eklenen yüzde 4– yüzde 5’lik “ek ödeme” de artık göstermelik hale geldi.
Bu rakamlar, enflasyonun değil; vicdanın gerisinde kaldı.
Emeklilerin sendikal hakları, yıllardır kâğıt üzerinde var, hayatta yok.
Emekli dernekleri sınırlı yetkilerle faaliyet gösteriyor; talepler ciddiye alınmıyor.
Emekliler, sesini yükselttiğinde “teşekkür ederiz” deniyor ama gereği yapılmıyor.
Sendikal örgütlenme, yalnızca bir hak değil; yaşama hakkının sesidir.
Bu nedenle EYT-EF Federasyonu gibi sivil oluşumlar, emeklilerin tek umudu haline geldi.
Onlar, sadece bir yaş düzenlemesi değil, insanca yaşam mücadelesi veriyorlar.
Emeklilerin büyük bölümü kira ödüyor.
Bugün büyük şehirlerde 20 bin liradan aşağıya kiralık ev bulmak imkânsız.
Sosyal devlet, sadece “ev sahibi” olanı değil, “yuvası olmayanı” da korumak zorundadır.
Emekliler için uygun fiyatlı konut projeleri, kredi değil hak olmalıdır.
Her insan, yaşlandığında onurlu bir hayat sürmeyi hak eder.
Bir ülkenin gerçek kalkınmışlık seviyesi, emeklisinin sofrasında, torununun yüzündeki tebessümde ölçülür.
Bugün bu ülkenin emeklisi, ayın ortasında değil, başında bitiyor.
Maaşının bir kısmı bankaya, bir kısmı faturalara gidiyor; geriye bir tek şey kalıyor: Sessiz bir isyan.
Ama bu isyan, yıkıcı değil; vicdani bir çağrıdır.
Devlet, sosyal adaletin teminatıdır. Emekli, sadaka değil; hakkını istiyor.
Emeğinin, alın terinin, yılların karşılığını istiyor.
Bir ülke, emeklisine sahip çıkmazsa, geleceğine güvenemez.
Emeklinin cebindeki blokeyi kaldırmadan, vicdanlardaki blokeyi kaldıramayız.
Ve son olarak açık ve net bir şekilde ifade etmeliyim ki EMEKLİLER SOSYAL ATIK DEĞİLDİR!
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:68
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 04 Kasım 2025 06:19 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















