Duvarlar: Arkasındakiler... Dışındakiler...
Ankara24.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Eksik olmasınlar, yayınevleri kitap eksikliği duyurmuyor.
Haftada bir kapımı “beni oku” diyen kitaplar çalıyor.
En son, Buğra Gökçe imzalı “22 METEKARE GÖKYÜZÜ” adlı Silivri günlükleri çıkıp geldi.
Buğra Gökçe, İBB İstanbul Planlama Ajansı Başkanı. Bir bakıma bu ünvanıyla olağan şüpheli!
Ama insaf.. Suçlarken bir parça olsun inandırıcı ifade, kanıtımsı bir şeyler bulunsaydı ya!
Gerçi bulmuşlar bulmasına da.. Yöneltilen 7 suçlamadan 6’sı onun dönemine ait değil.
Kalan bir suçlama ise, çok sayıda insanla birlikte yer aldığı bir komisyon hakkında.
Sakıncası mı var!
Tutuklanmış, Silivri’ye tek kişilik hücreye konmuş.
Günlükleri işte bu akıl almaz süreci anlatıyor:
“Büyük bir kahır, öfke ve çaresizlikle ‘Nasıl burada olurum’, ‘Ne yaptım da buradayım diyerek günlerce kabullenemediğim dört duvar arasındayım. Adeta bir ‘beton kafes’.. Ağır uyku sorunları, panik atak benzeri problemlerin de kronik hastalıklarıma eklendiği bir başlangıç.. “
Bu süreç çok zorlamış zorlamasına da.. Kısa sürede kendisine “Silivri’den umut dolu ve dipdiri çıkma” sözü vermiş.
Silivri hücresini veya yapay çimen üstünde geçirilen dakikaları beş on cümlede anlatabilirsiniz. Ya duyguları? Uykusuz geceleri? Sevdiğinizin elini tutabildiğiniz en fazla bir saati?
Onları yazmayacağım, zira onun sözcükleriyle okumanız gerekiyor.
Ama en azından şu satırlarını paylaşmalıyım:
“28 Mayıs günü nikah kıyıp evlendik. Özgür Özel’in yanında ‘Bir sonraki cumaya fotoğrafları yetiştiririz’ diyen cezaevi yönetimi, üzerinden dokuz cuma geçmesine rağmen nikah fotoğraflarımızı bile vermedi.
Fotoğraflarımızdan bile korkuyorlar! İnanılacak gibi değil. Mobbing mi dersiniz, zulüm mü, korku mu? Bilemem… Ancak bu konuma düşecek biçimde düşünen bir yapının insafı, vicdanı, ahlakı, hukuku olmadığı ortada. Eşimi görebilmeme de izin vermeyen, fotoğraflarımızı çok gören bu zalim düzen elbet yıkılacak. (..) Biz ‘hasretinden prangalar eskitenleriz..’ Zulmünüz, baskınız, yasaklarınız canımızı yaksa da inandıklarımızdan ve sevdiklerimizden bizi ayıramaz.”
Sevgili eşi Filiz’e duyduğu özlemle, hücresindeki küçük televizyondan takip ettiği yeni operasyonlara öfkesiyle.. Siyasi olmaktan çıkıp bir edebiyat eserine dönüşen kitabı okumalısınız.
Dönemi anlamakla kalmaz.. Kurultay’a gitmeyip Sabah’a konuşan Kılıçdaroğlu’nu da yad edersiniz!
*. *. *
“İÇERDEKİLER”: Buğra Gökçek.. Ekrem İmamoğlu.. Osman Kavala.. Merdan Yanardağ.. Muhittin Böcek.. Aykut Erdoğdu ve daha niceleri.. İktidar yargısı sahte delile bile tenezzül etmeden suçlayıp beton duvarların arkasına koydu.
Onlar ve yüzlercesi kim bilir daha ne kadar orada tutsak olarak kalacaklar.
“DIŞARI ÇIKARTILACAKLAR”: Ama katiller, tecavüzcüler, gaspçılar, suça itilmiş çocuklar denilen yeni nesil çete üyeleri vs 50 bin kriminal vakayı dışarı salacaklar.
Genç meslektaşlarım Sadık Güleç ve Osman Çaklı’nın kitabı “YENİ NESİL ÇETELER” de işte onları anlatıyor.
*. *. *
Tarihle sosyolojinin harmanlandığı bir kitap. “İstanbul’u meğer hiç bilmiyormuşum” dediğim şehirleşme öyküsüyle.. O öykünün ürettiği genç kuşaklarla.. Tanıklıklarla.. Her ödülü hakkeden müthiş araştırmasıyla.. Neleri neden yaşadığımızı anladığım bir kitap.
Gazi Mahallesi’nde doğup büyüyen.. İsmi yazarlarda saklı bir çete üyesinin anlattıklarını bu ülkeyi yönetenler bilmiyor mu, merak ediyorsunuz:
“Cezaevinde öyle bir sistem var ki, cezaevine girince ıslah olmuyor, potansiyel katil olarak çıkıyorsun. Çünkü suç makinesi insanlarla tanışıyorsun, suçun nasıl işlendiğini öğreniyor, deneyimleri dinliyorsun. Barış Boyun, Arap Emrah, Volkan Reçber gibi isimlerle uyuşturucuya karşı mücadele ediyorduk. Şimdi çok farklı yerdeler. Temeli paradan başka bir şey değil. Örgütlenmenin bir anlam ifade etmediğini gördüler. (..) Bugün gençler artık psikopatlaşmış. Göğsünü aça aça ölüme gidiyorlar. Onlar için adam vurup cezaevine düşmek madalya sanki.”
Anlatıyorlar: cezaevinde bir çeşit abi- kardeş ilişkisi kuruluyor. Ve bu, henüz ergenlik çağındaki gençler için “KİMLİK” yerine geçiyor. Deyim yerindeyse rütbe kazandırıyor.
Mesele sadece yoksulluk, işsizlik, geleceğe dair umutsuzluk değil. Böyle toplumsal ve psikolojik bir zeminde mayalanan “GÜÇ ARZUSU”..
*. *. *
Somut veriler.. Örnekler.. Bir yazının sınırlarına sığmaz. O yüzden özetlemeye çalışacağım.
İstanbul’un kaderini belirleyen ve günümüzdeki çetelere varan yolculuğunun temelinde sağ iktidarların ekonomide, siyasette kamuya karşı tutumunda yattığını anlatıyor kitap. Dönem dönem, yıl yıl..
En etkili dönemse askeri muhtıra ve darbe sonrası yıllar elbette. Özellikle de ‘90’lar ve unutulmaz Çiller politikaları.. Sarışın güzel kadın, 12 Eylül darbecilerinin açtığı yolda “şak diye selam durulup tak diye yerine getirildiği” o yıllarda ne ektiyse.. Bugün onlar biçiliyor.
Zorla boşaltılan Güneydoğu köyleri.. Haysiyetin kurşuna dizildiği günler.. Sonuçta büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a göç.
İstanbul’un çeperleri göçle dolmaya başlayınca, memlekette iki şey filizlenmiş: Gecekondular ve AKP döneminin akil insanı Orhan Gencebay’ın arabeski..
Kitabın inanılmaz örneklerle sergilediği üzere, o mahallelerdeki sol gruplar hızla tasfiye edilmiş ve yerlerini rant çeteleri almış.
Zira göç durmak bilmiyor. İlk hedef de kendilerinden önce gelenlerin yanına, yakınına gitmek.
Dolayısıyla tek katlı derme çatma gecekondular bir anda rant kapısına dönüşüyor. Sonrası mı? Sonrası, GECEKONDU MAFYASI diye anılabilecek yeni bir oluşumun habercisi:
“1970’lerin başında şehrin çeperi sayılabilecek Gültepe’de, bugün devlet katında itibar gören Alaattin Çakıcı’nın ailesi bir hakimiyet kurmuştu. (..) Bölgedeki sol örgütler ile olan çatışma, arazi dağıtımından dolayı başlamış, Alaattin Çakıcı’nın Ülkü Ocakları’nda çalışmaya başlaması ile birlikte politik bir çatışmaya dönüşmüştü.”
Çatışmalar yıllarca sürdü. 12 Eylül öncesi ve sonrasında ise taraflardan biri devlet himayesine alındı.
Böyle bir resimde ne eksik sizce? Elbette uyuşturucu.
Türkiye’nin transit ülke olmaktan çıkması.. Gelen uyuşturucunun çok önemli bölümünün içerde kullanılması, belli ki çetelere olan ihtiyacı artırmış. İhtiyaç arttıkça da çeteler palazlanmış.
“Ama” diyor yazarlar “çetelere gençlerin sadece kolay yoldan para kazanmak için girdiklerini varsaymak varoşta yaşayan bir genci anlamakta kolay bir yorum olur. Gençlik çetelerinde küçük işler yapan, sonra torbacılığa ya da rakip çete üyelerini izlemek gibi faaliyetlere geçen üyeler için, bir süre sonra sosyal bir aidiyet duygusu oluşur. Genç, arkadaşları ile birlikte, ortak amacı olan bir grubun içindedir. Artık bir amacı vardır. ABİ onu önemsiyordur.”
Daltonlar Çetesi’nin lideri Beratcan Gökdemir’in “doğum günü kutlamalarını” gördünüz mü? Türkiye’nin pek çok kentinde, hatta yurt dışında ellerinde uzun namlulu silahlarla sokağa dökülen gençler “Biz sana gönül verdik rabbim sana uzun ömür versin” dileğiyle kutlama yaptı.
Beratcan Gökdemir henüz 28 yaşında. Ama şimdiden çetesinin namı almış yürümüş!
Tıpkı Casperlar, Red Kitler gibi!
Çetelerin öyküsü, aynı zamanda Türkiye’nin de öyküsü..
Solun ezilmesi.. Güneydoğu’nun üzerinden tanklarla geçilmesi.. Özal’dan başlayarak günümüze kadar dinci temalarla kolay paranın harmanı..
Ve adını bilmediğim mahallelerin inanılmaz kuruluş hikayelerinden mafya babalarının o mahallelerdeki gençleri ağına düşürme çabası.. Varoşta yaşarken çetesi sayesinde diplerden zirveye çıkarak güce ortak olanların bazen açık bazen kapalı portresi..
Hangi birini yazmalı bilmiyorum.
*. *. *
Trump ile Venezuela Devlet Başkanı Maduro arasındaki gerginlik savaş alarmına yaklaşırken New York Times çok acayip bir iddia attı ortaya:
“Trump’ın hazırlık talimatı verdiği kara harekatı öncesinde Maduro’ya TÜRKİYE’YE SÜRGÜN seçeneği sunuldu.”
Sizce de tuhaf değil mi?
Uyuşturucu sevkiyatı gerekçesiyle ABD’nin 1 numaralı hedefi haline gelen Maduro, nedense bize gelebilirmiş.
Bunun Türkiye’yi nereye koyduğunu göremeyen Saray medyasının “göçmen dostu” diye Reis’i övmesi tam da çetelerin öyküsüyle örtüşüyor.
Zira, kitabın yazarları son olarak şu tahlili yapıyor:
“Bugün İstanbul’un varoşları birbirine çok yakın devasa gökdelenlerden oluşabiliyor. Ya da Avcılar, Esenyurt gibi çok değil 20 yıl önce yüz bin nüfusu barındıran semtlerin nüfusları bugün bir milyona yaklaşıyor. Böylesi devasa konutlardan oluşan, Türkmenistan’dan Kenya’ya, Sudan’a kadar çeşitli halklardan insanları barındıran semtleri polisiye tedbirlerle denetlemek artık imkansız. Bu nedenle şimdilerde büyükşehirlerin varoşları 19. Yüzyıl’ın eşkiyalara barınak olan dağları gibi her türlü suçlunun saklanabileceği bir ortam sunuyor.”
Ve biliyorsunuz, O DAĞLARA BAHAR GELMİYOR!!!
22 METEKARE GÖKYÜZÜ: Buğra Gökçe.. Kırmızı Kedi Yayınları
YENİ NESİL ÇETELER: Sadık Güleç - Osman Çaklı.. Tekin Yayınevi
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:27
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 01 Aralık 2025 09:33 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















