Bu ülke yargı ülkesi ise…
Ankara24.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Bir gün önce Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş kararına ilişkin “Bu ülke yargı ülkesi. Yargı bu konuda ne derse ona uyarız” dedi.
Bir gün sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Gezi Parkı Davası sanığı Tayfun Kahraman hakkında verdiği yargılamanın yenilenmesi kararını tanımadı.
Türkiye’de 19 Mart’tan bu yana ‘İkili devlet’ düzeni egemen…
Ankara’da kendi koyduğu yasalara uymaya gayret eden, toplumsal meşruiyeti gözeten, az çok özgürlükçü bir norm devleti varken; İstanbul’da iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre pozisyon alan ve yasayı kararına uyduran, güvenlikçi devletle muhatabız.
Türkiye’de aynı anda hüküm süren rejim, yargısal pratikleriyle karşımıza çıkıyor.
En güncel örnek, Tayfun Kahraman kararı.
Yargıtay’a da kafa tutuyor
AYM, Gezi Parkı Davası’nda 18 yıla mahkum edilen Kahraman’ın bireysel başvurusunu 31 Temmuz’da sonuçlandırdı ve yargılamanın yenilenmesine hükmetti.
Karardan sonra Beştepe’ye yakın çevrelerde iyimser bir hava vardı. Çünkü Can Atalay’ın bireysel başvurusunda yetki kavgasına tutuşan Yargıtay ile AYM, ilk kez uzlaştı.
Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez, iki hafta önce “AYM, bireysel başvuru sonucu bir ihlal kararı verdiği zaman tüm kurumların, tüm yargı organlarının hepimizin buna uyması ve gereğini yerine getirmesi gerekir” dedi.
Bu mesaj, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yönelikti.
Kerkez, çıkacak kararı öğrenmiş olmalıydı ki hatırlatma gereği hissetti.
Fakat engelleyemediler.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “AYM’nin bireysel başvurularda olağan kanun yollarında incelenmesi gereken konularda inceleme ve değerlendirme yapamayacağı”nı kaydederek, “AYM temyiz veya istinaf mahkemesi değildir, ‘süper temyiz’ mahkemesi de değildir” diye posta koydu. Hatta AYM’nin yetki gaspı yaptığını ileri sürdü.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yalnızca Tayfun Kahraman kararını değil, Anayasa’yı da tanımıyor. AYM kararlarının kesin ve bağlayıcı olduğunu ifade eden Anayasa’nın 153. maddesi yerel mahkeme tarafından keyfi şekilde çiğneniyor.
Prof. Dr. Ersan Şen’in belirttiği üzere “Yerki gaspı’ veya ‘yetki aşımı’ tartışması, AYM’nin verdiği kararın kesinliğini ve bağlayıcılığını engellemez. Mahkeme AYM’nin belirttiği ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde karar vermekle yükümlüdür.”
Adalet Bakanlığı, harekete geçmeli
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yüksek yargıyı karşısına alma cüreti, hukuk devletine olan bağlılığından değil, devletin güvenliği ve bekasına ilişkin yasal çerçeveyi kendisinin belirlemesi gerektiğine olan inancından geliyor. İstanbul yargı pratiği, 90’lı yılların Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden farklı olarak siyasi iktidarın kılıcı gibi işlev görüyor.
Bu adliyelerde bazı davaların siyaseten açılıp karara bağlandığını, Türkiye’nin gün be gün evrensel hukuktan uzaklaştığını bütün dünya görüyor, biliyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’ın “Ben İstanbul’a karışmıyorum” dediği iddia ediliyor.
Oysa bakanlık, süreci tersine çevirebilir.
Nasıl mı?
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, itiraz için bir üst mahkemeye taşınacak. İtiraz reddedilecek ve yargı süreci bitecek. Kahraman’ın yeniden AYM’ye başvurmaktan başka çaresi yok.
Geriye tek bir yol kalıyor.
Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına bozma yoluna başvurarak, Tayfun Kahraman’ın başvurusunu Yargıtay’a taşıması. Bu hukuksuzluk düğümünü ancak Yargıtay 3. Ceza Dairesi çözebilir.
Kahraman’ı bırakmayan, Demirtaş’ı tahliye eder mi?
İstanbul 13. Ceza Mahkemesi, Tayfun Kahraman için açılacak kapıdan, haklarında hem AİHM hem de AYM kararları bulunan Osman Kavala, Can Atalay, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da geçeceğini hesap ediyor.
Bugün AYM’ye rağmen Tayfun Kahraman’ı bırakmayan yargı, sanıyor musunuz ki AİHM’in kararına uyarak, Demirtaş’ı tahliye eder? Demirtaş’ı salıvermekten çekinen, dağdakileri ovaya indirebilir mi? ‘Hukuksuz Türkiye’, ‘Terörsüz Türkiye’yi başarabilir mi?
“Bu ülke yargı ülkesi” ise hukuk Ankara’da başka, İstanbul’da başka işlememeli.
Tek suçlu, nakil aracı!
Dumanı hiç dağılmayan bir yangının hikayesi bu.
Cezaevi nakil aracının içerisinde, kapıları kilitlenmiş, acil çıkış penceresi olmayan hücrelerde tutulan elleri kelepçeli beş mahkumun yanarak can verdiği…
Bütün sanıkların beraat edip nakil aracının suçlu ilan edileceği bir resmi felaket.
Yedi şehir, 3166 kilometre
Sizi 14 yıl öncesine götüreceğim.
Fakat 100 yıl öncesi kadar köhne, ilkel ve barbarca gelecek anlattıklarım…
Nakil aracı 11 Eylül 2011 günü Metris Cezaevi’nden yola çıkıp çeşitli şehirlerde mahkumları bırakarak, 15 Eylül’de Van’a ulaştı.
Van’dan beş tutukluyu teslim aldı.
Bu kişiler 47 yaşındaki Medeni Demir, 35 yaşındaki Abdulsettar Ölmez, 33 yaşındaki İsmet Evin, 24 yaşındaki Akif Karabalı ve 18 yaşındaki Sinan Aşka’ydı.
Araç 15 Eylül’de saat 20.17’de Elazığ’da yakıt istasyonundan benzin aldı.
Bir saat sonra motor sesinde bozukluk, egzozdan ses gelmesi gibi arızalar yaşandı. Seyir halindeyken aracın arka kapısı açıldı. Kapı askı kayışıyla bağlanarak, yola devam edildi.
Sürücü Cafer Sarı, ustabaşına sorunu aktardı. Ustabaşı “Aracı en yakın servise götürebilirsin” dedi. Ancak Sarı, aracı sürmeye devam etti.
16 Eylül’de sabah saat 5’te Kayseri Pınarbaşı’na geldiklerinde araç birden bire yanmaya başladı.
Askerler tahliye edildi.
Yangının hızla ilerlemesi, dumanın artması ve hücre kapısında üçer kilit olması nedeniyle tutuklular çıkarılamadı.
Acil çıkış kapıları olsa kurtulabilirlerdi.
Beş mahkum yanarak can verdi.
Dört farklı rapor
Sürücü Cafer Sarı ve araçta komutanı İsmail Bostan hakkında ‘taksirle adam öldürmeye sebebiyet’ suçlamasıyla Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.
İlk rapor, Pınarbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlandı. Araçların yeterli ve özenli alt bakım görmediği sonucuna varıldı.
Dava başlayınca Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Gazi Üniversitesi’nden rapor istedi. Raporda, yangının standart dışı yakıt ikmali ve soğutma sistemi arızası gibi motordaki eksik bakımlar nedeniyle meydana geldiği belirlendi.
Üçüncü rapor ise Karayolları Genel Müdürlüğü’nce hazırlandı. Akaryakıt istasyonu yetkililerinin asli fail olduğu kaydedildi.
Mahkemenin ek rapor istemesi üzerine İTÜ, 2015 tarihli raporu hazırladı. Raporda, aracın İstanbul’dan hareketinden itibaren uzun süre kullanıldığından motorda sıcaklığın yükselmesi ve sızan yağların egzoz gazlarıyla tutuşmasıyla yangının çıkmış olabileceği ifade edildi. “Yangının önceden tahmin edilemeyen teknik arıza sonucu çıkmış olduğu” savunuldu.
Ani gelişmiş
Dava son rapor doğrultusunda 8 Haziran 2015’te bitti ve beraat verildi. Avukat Necdet Edemen itiraz etti. Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 2018’de kararı bozdu.
Kararda “Güzergahta veya yakınında yer alan servise müracaat etmeyen” Sarı ile “Aracı komutanlığa çekip savcılığa bildirmeyen Bostan’ın kusurlu olduğu kaydedildi.
Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 15 Ocak 2020’de ilk kararda direndi.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 8 Aralık 2021’de tekrar bozdu.
Dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gitti.
Ve dava 11 Haziran 2025’te bitti.
Kararda, Sarı hakkındaki beraat kararının yerinde olduğu ifade edildi. Yangının ani geliştiği ve günlük hayatta yaşanabilen vakıa olmadığı beraate gerekçe gösterilerek, şöyle devam edildi:
“Araç seyir hâlindeyken ani ve kuvvetli alev yumağına dönmüştür. Ölenlerin kilitli bölmelerde bulunmaları nedeniyle kurtarılmalarına imkan olmamıştır. Yakıt ikmalinden sonra performansı düşen ve arıza belirtileri gösteren aracın, müdahaleye fırsat tanımayacak ani ve çok etkili bir yangına maruz kalması ve içindekilerin yanarak ölümünü netice vermesi günlük hayatta yaşanılabilen bir vakıa değildir. Bu hâlde meydana gelen neticenin; hayatın olağan akışı ve genel hayat tecrübeleri açısından beklenebilir, tipik bir netice olduğu söylenemez.”
Bostan’la ilgili karar ise bozuldu.
Daha fazla ceza verilmesi gerektiği için mi?
Hayır.
Bostan yönünden izni alınmadan soruşturma açılması bozmaya gerekçe sayıldı.
Şu halde, İçişleri Bakanlığı’na soruşturma izni için başvurulacak. Ya soruşturma izni verilmeyecek ya da verilse bile beraate hükmedilecek.
Nakil Aracı Davası adaletsiz bir kararla kapanıyor.
Davayı 14 yıldır ısrarla takip eden Avukat Necdet Edemen, bu kararın hukuki temelden yoksun olduğunu savunarak, şöyle diyor:
“Karar teknik olarak hukuka uygunsa da vicdana aykırıdır. Bu insanların ne şekilde yandıklarını ve öldüklerini, otopsi işlemlerine tanık olduğum için biliyorum. Bu insanlar devletin güvenliğine terk edilmişti. Cezaevi aracı içinde kelepçeli biçimde bir ihmale kurban gittiler. Sanıkların asgari sorumluluğun beklenmesi yerine beraat etmeleri vicdanları yaralamıştır.”
Edemen’in son ümidi, AYM ve AİHM.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:93
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 07 Kasım 2025 05:26 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















