Böyle bir katliamın savunması olamaz Agos
Ankara24.com, Agos kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Dünyaca tanınan Ortadoğu tarihçisi Rashid Khalidi: “18 bin çocuğun öldürüldüğü bir yerde söylenecek hiçbir şey yok. Böyle bir katliamın savunması olamaz. “İsrail’i eleştiren herkes antisemitiktir” demek ise son çareleri… Umutsuz bir savunma.”
Dünyaca tanınan Ortadoğu tarihçisi Rashid Khalidi’nin “The Hundred Years’ War on Palestine” adlı kitabı, tutuklu iş insanı Osman Kavala’nın editörlüğünde Türkçeye kazandırıldı. İletişim Yayınları tarafından yayımlanan kitap, Utku Özmakas çevirisiyle "Filistin: Yüz Yıllık Savaş – Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi (1917–2017)" başlığını taşıyor.
Khalidi kitapta önce Siyonist hareketin ardından İsrail’in yürüttüğü; İngiltere ve sonrasında ABD tarafından desteklenen, Filistinlilere karşı yüz yılı aşkın süredir süren yerleşimci kolonyalist savaşın izini sürüyor. Filistin’in işgalini, Filistinli liderlerin hatalarını da gizlemeden ele alan yazar, her iki tarafta ulusal hareketlerin ortaya çıkışını tarihsel bağlam içinde inceliyor.
Kitabın en dikkat çekici yönlerinden biri ise yalnızca kapsamlı araştırmasına değil, aynı zamanda aile arşivlerine dayanması. Yazar, babasının, halalarının, amcasının anılarıyla; aile mektupları ve tanıklıklarından yararlanarak çalışmasını yalnızca tarihçilerin değil, her okurun takip edebileceği bir anlatıya dönüştürüyor.
Khalidi İstanbul'daFilistin konusundaki ABD’deki en önde gelen düşünürlerden ve tarihçilerden biri olan Khalidi, kitabı ve bir dizi etkinlik vesilesiyle İstanbul'daydı. ANAMED’de Mart 2025’te açılan "Kuşbakışı Filistin" sergisine eşlik etmek üzere Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından hazırlanan aynı adlı kataloğun yayımlanması vesilesiyle Profesör Rashid Khalidi bir konuşma yaptı. Daha sonra Tütün Deposu’nda, “Gazze Bienali – İstanbul Pavyonu” kamusal programı kapsamında kitabına dair bir sunum yaptı. Konuşması yoğun ilgi gördü; salon tıklım tıklımdı. Bir saati aşkın süren konuşmasında kitabının içeriğini anlattı, Gazze’deki güncel duruma da değindi.

Khalidi, ABD'de Filistin'e yönelik soykırıma ses çıkaran en güçlü isimlerden biri. Ders verdiği Columbia Üniversitesi’nin, İsrail’in Filistin politikasını eleştiren faaliyetleri kısıtlama yönündeki adımları ve Trump yönetimiyle yaptığı anlaşma üzerine 2025 sonbaharından itibaren üniversitede emeritus profesör olarak ders vermeme kararı aldı.
Rashid Khalidi'yle kitabını, Gazze'deki mevcut durumu, Filistin halkının direnişini ve ABD'deki durumu konuştuk.
Kitabınızın İngilizce başlığında Filistin'de süregiden savaşı ifade edecek "in" yerine Filistin üzerinde bir savaş olduğunu ifade eden “on” kelimesini kullanıyorsunuz. Bu tercihin nedeni nedir?
Çünkü bu, Filistin’e yönelik sömürgeci bir saldırı. Gördüğümüz şey iki ulus arasındaki bir çatışma değil; emperyalizmin desteğiyle bu bölgeye yerleştirilen sömürgeci yerleşim projesi. Yüzyıldan uzun süredir bu savaşta asıl karşıt yalnızca Siyonist hareket veya daha sonra kurulan İsrail devleti değil, aynı zamanda Büyük Britanya ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük uluslararası güçlerdi. Bu nedenle bunun yalnızca ulusal bir çatışma değil, yerli bir halkın üzerine dışarıdan bir yerleşimci koloni inşa etmek için yapılan bir saldırı süreci olduğunu vurgulamak istedim.
Bugün İsrailliler kendilerini yerli olarak tanımlıyor. Yahudiliğin Filistin’le bir bağlantısı elbette var, bu doğru. Ama Doğu Avrupa’dan gelen insanlar kendilerini yerleşimci olarak görüyordu. Bu benim tanımlamam değil; onlar kendilerini böyle tanımlıyorlardı. Depo’daki etkinlikte, önemli Siyonist liderler Theodor Herzl ve Jabotinsky’nin yazılarından uzun bölümler okudum; onlar da bunun bir sömürgecilik projesi olduğunu açıkça ifade ediyorlardı. Bu nedenle bu, Filistin halkına, Filistin’e karşı bir savaştı. Yalnızca Siyonistler veya İsrail değil, büyük güçlerin desteğiyle yürütülen bir savaştan bahsediyorum. Kitapta da bu farklı savaşların Amerikan-İsrail savaşları olduğunu anlatmaya çalıştım.
Kitabınızda Filistin meselesini doğrudan bir “savaş” olarak tanımlıyorsunuz.
İngilizlerin 1917’de başlattığı ve Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasıyla sonuçlanan Balfour Deklarasyonu’na, BM Filistin Bölünme Planı’na ya da 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’na* baktığınızda, bunların yerli halkın aleyhine şiddet içeren, saldırgan değişimleri ima ettiğini görürsünüz. Bir gruba ayrıcalıklar tanıyan bir “Yahudi ulusal yurdu”nu, diğer grubun aleyhine, büyük bir şiddet olmadan kuramazsınız. Bu yüzden bu bir savaştı; herkes bunun farkındaydı. O zaman Siyonizme karşı çıkan birkaç İngiliz bakan bile “bunu yapmak için muazzam bir güç gerekecek” demişti. ABD, I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Filistinlilerin yeni sınırlara ilişkin görüşlerini saptamak üzere “King Crane Komisyonu”nu gönderdi; onlar da “Siyonist projeyi hayata geçirmek için çok büyük bir askeri güç gerekecek” sonucuna vardılar. Siyonistler ve İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour bunun böyle olmadığını iddia etti ama aslında durum buydu.
Filistinliler, ülkelerinin gasp edilmesine karşı 1930’larda ayaklandığında İngilizler 100 bin asker, Kraliyet Hava Kuvvetleri ve Donanması’yla onları bastırdı. Bu bir savaştı. Filistin yetişkin erkek nüfusun yüzde 14-17’si öldürüldü, hapsedildi, sürgün edildi ya da yaralandı. Ve bunu yapanlar Siyonistler değil, İngilizlerdi. Siyonistler ise onların yardımcı unsurlarıydı.
“Böyle bir katliamın savunması olmaz”Bugün ABD ve Avrupa’da İsrail’e karşı bir şey söylediğinizde ya da Filistin halkının yanında duran birkaç kelam ettiğinizde bile “antisemitik” olmakla suçlanıyorsunuz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açık konuşayım, 18 bin çocuğun öldürüldüğü bir yerde söylenecek hiçbir şey yok. Gazze’de çeyrek milyon insan öldürüldü ya da yaralandı. Böyle bir katliamın savunması olamaz. “İsrail’i eleştiren herkes antisemitiktir” demek son çareleri ve umutsuz bir savunma. Özellikle üniversite kampüslerinde bu söylem tartışmaları susturmak için çok yoğun kullanılıyor. Yani aslında tartışmayı kazanamayınca “tartışamazsınız” diyorlar.
Elbette, İsrail eleştirilerinde antisemitik unsurlar da olabiliyor ama bunlar istisna. Çoğu insan sadece şunu söylüyor: Biz Amerikalı yurttaşlar olarak bu savaşa para ödüyoruz, bu soykırıma ortak oluyoruz ve ülkemizin yaptıklarını reddediyoruz. Bunun antisemitizmle bir ilgisi yok. “Param Filistinli çocukları öldürmek için kullanılmasın” demek, antisemitik değildir. Ancak bu argümana karşı savunmasızlar; o yüzden herkesi “antisemitik” ilan ediyorlar.
Bu durum antisemitizm kavramının da içini boşaltıyor mu, siz ne dersiniz?
Kesinlikle. Hem de antisemitizmle mücadeleyi zayıflatıyor. İsrail, “Biz Yahudi halkının devletiyiz, bizi eleştiren Yahudileri de eleştiriyor” diyerek kendini bu kavramın arkasına saklıyor. Oysa antisemitizm, bir devletin politikalarını değil, Yahudi kimliğini hedef alan nefret anlamına gelir. ABD’de bu çerçevede bir tanım dayatıldı: Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın tanımı. Buna göre İsrail’e yönelik çoğu eleştiri “antisemitik” sayılıyor. Üniversiteler ve yasama organları da bu tanımı benimsiyor. Bu, antisemitizm kavramını tamamen çarpıtıyor ve İsrail’in savaş suçlarına karşı tek savunma aracı haline geliyor.
“Medyanın sessizliği utanç verici”Öte yandan Gazze’de yaşananları dünyaya duyurmaya çalışan yüzlerce gazeteci öldürüldü. Üstelik kasıtlı bir şekilde. Batı medyasının bu durum karşısındaki tavrını nasıl buluyorsunuz?
İsrail, Gazze’de 240’tan fazla gazeteciyi öldürdü. Bu kişilerin özellikle hedef alındığı çok açık. Çoğu suikasta uğradı, evleri bombalandı ya da dronlarla vuruldu. İsrail, gazetecileri insanların gerçeği öğrenmemesi için öldürdü. Bildiğim kadarıyla hiçbir Batılı gazetecilik okulu ya da büyük medya kurumu bu konuda tek bir söz etmedi. Bu utanç verici.
Dünyanın başka bir yerinde bir gazeteci öldürülse meslektaşları ayağa kalkardı. Ama burada sessizlik var. Üniversitelerde de durum aynı. Gazze’deki her üniversite ya tamamen yıkıldı ya da ağır hasar aldı ama hiçbir Amerikan üniversitesi tek kelime etmedi. Ukrayna’daki saldırılarda gazeteciler ölünce, hastaneler vurulunca büyük tepki gösterilmişti. Gazze’de hastaneler bombalandı, doktorlar sustu. Üniversiteler yıkıldı, akademisyenler sessiz. New York Times, CNN, Washington Post gibi kurumlar neredeyse hiçbir şey söylemedi. Bu, Batı medyasının ne kadar yozlaştığının bir göstergesi. Artık yalnızca İsrail’in ve Amerikan hükümetinin propaganda aygıtı gibiler. Gençler bu yüzden onlara inanmıyor. Gerçeği çarpıtıyorlar.
TikTok ve Instagram’da bazı genç Filistinlilerin yıkımın ortasındaki hayatlarını paylaştığını görüyorum. Medyanın göstermediklerini tüm dünyayla paylaşıyorlar. Sizce genç Filistinliler, önceki kuşaklardan farklı bir direniş biçimi mi geliştiriyor?
Gazze’deki gençlerin hayatlarını canlı yayınlaması, dünyanın gerçeği görmesinde çok önemli bir rol oynadı. Bu çok cesurca çünkü İsrail iletişim ağlarını kontrol ediyor. Kimin hangi telefona sahip olduğunu biliyor ve haber paylaşan kişileri sistematik biçimde hedef alıyor. 240 gazetecinin öldürülmesi de bunun parçası. İsrail, iki yıldır yabancı gazetecilerin Gazze’ye girmesine izin vermiyor. Gençler bu engeli sosyal medya aracılığıyla aşarak bireysel hikâyeleriyle dünyaya gerçeği gösterdiler. Bu gençler kendi hayatlarını göstererek dünyaya gerçeği anlattı: “İşte buradayım, her gün yayın yapıyorum, yan binada olan bu.” Bu, yeni bir direniş biçimi. Gençler TikTok, Instagram gibi sosyal medyada ana akım medyanın göstermediği gerçeği gördüler. CNN’in, New York Times’ın yalan söylediğini fark ettiler. Bu, büyük bir fark yarattı.
Siz de kitabınızda farklı bir Filistin tarihi yazıyorsunuz. En dikkat çekici olan şeylerden biri de aile arşiviniz. Bu kaynaklar kitabı nasıl şekillendirdi?
Oğlum ve kuzenim bana “Farklı bir Filistin tarihi yazmalısın, daha kişisel, daha anlaşılır bir dille yazmalısın” dediler. Ben bir tarihçiyim, genellikle akademik yazıyorum, bu yüzden çoğu metin sadece tarihçiler tarafından okunabiliyor. Bu kitapta ise karmaşık bir tarihi, aile arşivleri ve kişisel tanıklıklar üzerinden anlatmaya çalıştım.
Babamın, halalarımın anlattıkları, amcamın anıları, aile mektupları… Hepsinden yararlandım. Ailemde politik olarak aktif kişiler vardı; bazıları milletvekiliydi, biri Kudüs belediye başkanıydı. Onların yazdıkları ve yaşadıkları üzerinden anlattım. Örneğin 1948’de Yafa’da olanları dedem ve büyükannemin yaşadıklarıyla aktardım. Böylece Nakba sadece istatistiklerden ibaret bir olay değil, bireysel bir hikâyeye dönüştü. Kitabın son bölümlerinde ise 1960’lardan itibaren bizzat tanık olduğum olayları yazdım. Babam Birleşmiş Milletler’de çalışıyordu, ben Güvenlik Konseyi oturumlarını izliyordum. O gün gördüklerimi ve babamın bana söylediklerini anlattım. 1982 Beyrut savaşında da ailemle oradaydım; hem Sabra ve Şatilla Katliamı’nı hem de bombardımanları kendi deneyimimiz üzerinden anlattım. Yani tarihi, ailemin ve kendi tanıklıklarımla aktardım.

Oğlunuzdan bahsettiniz. Kitap hakkında ne düşünüyor?
“Fikri ben verdim, teliften pay istiyorum” diyor. Aslında haklı, çünkü kitabın temel fikrinde onun ve kuzenimin payı var. Kitapta onlara teşekkür ettim, bunu hak ettiler. Onlar olmasaydı bu kitabı bu şekilde yazmazdım.
“Tüm yaşam sistematik şekilde yok edildi”Bugün Gazze’de bir ateşkesten bahsediliyor. Buna tam anlamıyla bir ateşkes diyebilir miyiz?
Şiddet azaldı ama İsrail’in saldırıları yeniden yoğunlaştırmayacağının garantisi yok. Ateşkes çok kırılgan ve neredeyse her gün İsrail tarafından ihlal ediliyor. En önemli sorun Gazze’ye uygulanan ablukanın sürmesi. 2007’den beri süren bu kuşatma hâlâ kalkmadı. Gıda, tıbbi malzeme, yakıt girişine izin verilmiyor. Hastaneler kan, antibiyotik, dikiş malzemesi, cerrahi ekipman olmadan işlemeye çalışıyor. Kısmen ticari mallar giriyor ama bunlar yüksek fiyatlarla satılıyor; halkın büyük kısmı yardım olmadan hayatta kalamıyor. Su sistemleri ve kanalizasyon tamamen tahrip edildi, elektrik yok, temiz su yok. Tüm yaşam koşulları sistematik biçimde yok edildi. Bu Hamas’la ilgili değil; İsrail’in halkı cezalandırma politikası. “Orantılı şiddet kullanıyoruz” diyorlar, yalan. Sivillere yönelik saldırılar, İsrail’in temel taktiği. Bu, uluslararası hukukun açık ihlalidir.
Tüm bu koşullarda adil bir barışa inanıyor musunuz?
Kısa vadede adil bir çözüm beklemiyorum. Bunun birçok nedeni var ama gelecekte, belki yakın olmasa da, bir umut ışığı görüyorum. Bunlardan biri, Batı’da İsrail’e verilen desteğin azalması. ABD, Ekim 2023’ten bu yana BM’de altı kez ateşkes kararını veto etti; bu yüzden İsrail iki yıldır soykırım yapabiliyor. ABD’nin desteği olmasa bunu yapamaz. Ama artık kamuoyu değişiyor. Eskiden Batı dünyasında İsrail’e neredeyse mutlak bir destek vardı; şimdi bu çözüldü. Bu değişim geri döndürülemez. İnsanlar gerçeği gördü, artık “görmemiş” olamazlar. Bu yüzden umutluyum.
Çünkü bu sadece İsrail’in Filistinlilere karşı savaşı değil; ABD, Britanya gibi güçlerin de savaşı. Kamuoyu değiştikçe politikalar da değişecektir, yavaş da olsa. Şimdiden bazı Amerikalı siyasetçiler Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nden (AIPAC) gelen bağışları reddediyor, bu daha önce hiç görülmemişti. Bu, halkın tutumunun değiştiğini ve siyasetçilerin bunu fark ettiğini gösteriyor. Ama uzun vadeli bir süreç. Filistinlilerin birleşmesi, ortak bir strateji geliştirmesi gerekiyor. İsrail de gittikçe daha sağa kayıyor. Gerçek bir çözüm ancak eşitliğe dayalı olabilir. Yahudiler, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Araplar, İsrailliler ve herkes için tam eşitlik olmadan adalet olmaz.
Kitabınızın editörlüğünü, geçen hafta Silivri Cezaevi’nde 9. yılına giren iş insanı Osman Kavala yaptı. Tanıyor muydunuz birbirinizi, çalışma süreci nasıldı?
Osman Kavala, kitabın Türkçeye çevrilmesi için benimle temasa geçen ilk kişiydi. Tabii dolaylı olarak… Hiç tanışmadık; aramızdaki bağ tamamen dolaylıydı. İletişim Yayınları ile bağlantıyı o kurdu, kitabın Türkiyeli okura ulaşmasını özellikle istemişti. Kitabın yayımlanma ve çeviri sürecinin en başından itibaren sürece dahil oldu ve çeviriyi bizzat kendisi kontrol etti.
*242 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı (22 Kasım 1967), Arap-İsrail çatışmasının tarihindeki en önemli diplomatik belgelerden biridir. Altı Gün Savaşı’nın ardından kabul edildi. Karar, ilk kez İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ilkesini ve Arap devletlerinin “İsrail’in barış içinde var olma hakkını” tanımasını aynı metinde birleştirdi.
Görüntülenme:24
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 13 Kasım 2025 11:05 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda
İletişim








En çok okunanlar



















