“Aslan kadın” İstanbul’daydı: Soykırımın gölgesinden feminist mücadeleye Agos
Agos sayfasından alınan bilgilere göre, Ankara24.com açıklama yapıyor.
1915 Soykırımı’ndan sağ kurtulmuş bir ailenin torunu olan Arlene Voski Avakian, Kastamonu’dan Amerika’ya uzanan köklü bir direniş hikâyesini feminist bir özyaşam anlatısıyla harmanladığı “Aslan Kadının Mirası” kitabı vesilesiyle İstanbul’daydı.
Karşımda kırmızı kazağı, saçının ucundaki bir tutam kırmızı rengi ve sallanan küpeleriyle bir “aslan kadın” duruyor: 1915 Soykırımı’ndan sağ kurtulmuş bir ailenin torunu olan Arlene Voski Avakian.
Arlene 14 yaşındayken, anneannesi Kastamonulu Elmas Hanım’ın 'işte benim hikâyem yavrus' diyerek anlattıklarından sonra hayatı eskisi gibi olmuyor. Anneannesinden 1915 soykırımından çocuklarını ve kendini kurtarmasını, askere alınmış ve dönmemiş kocasını, İstanbul'a ve yoksulluk içinde geçen yılların ardından Amerika'ya göçlerini dinliyor. Bu hikâyeyi kimseye anlatmak istemiyor hatta dinlediğine pişman oluyor, hemencecik unutmak istiyor. Ama Elmas Hanım’ın “Bu hikâyeyi bütün dünyaya anlatmanı istiyorum” diyerek omuzlarına yüklediği mirasına sandığı kadar kayıtsız kalamıyor.
Böylece, “aslan kadın” dediği anneannesinden öğrendiği aile geçmişlerinden yola çıkarak; bir Ermeni olarak Amerika’da azınlık haklarını tutkuyla savunan, cinsiyet eşitsizliğine karşı her alanda mücadele eden ve feminist olma yolculuğunu anlatan bir roman ortaya çıkıyor.
Arlene, uzun bir aradan sonra yeniden Türkiye’ye geldi. Bu kez temposu yoğun, kalbi de başka bir heyecanla atıyor. Aras Yayıncılık tarafından Meral Camcı çevirisiyle yayımlanan “Aslan Kadının Mirası: Amerikalı Bir Ermeni’nin Feminist Olma Yolculuğu” kitabı vesilesiyle ilk kez Türkiyeli okurlarla tanıştı. Daha önce bir araya geldiği Cumartesi Anneleri ile de yeniden buluştu.
Arlene ile Türkiye’deki son gününde –şimdiden yeniden gelme planları yapıyor– buluştuk. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle “Hoş geldin” diyerek beni karşıladıktan sonra sohbet etmeye başlıyoruz. Bir süre sonra iş için orada olduğumu unutuyorum; konu konuyu açıyor, ortaya da bu söyleşi çıkıyor. Buyrun aslan kadın Arlene ile tanışın.
İlk defa Türkiyeli okurla buluştunuz, nasıldı?
İnanılmaz bir buluşmaydı. Farklı etnik kökenlerden, farklı yaş gruplarından, queer ve heteroseksüel insanlarla bir aradaydık. Herkes çok ilgiliydi ve dikkatle dinledi. İki saate yakın sohbet ettik, çok mutluydum.
Bu kitabı yazarken hem kendi hem de büyükanneniz Elmas’ın hikâyesini anlatmanız gerekiyordu. Kitapta bahsediyorsunuz ama bu kitabı neden yazdınız diye sorayım.
Bu kitap kısmen büyükannemin hikâyesiyle, kısmen de benim hikâyemle ilgili. Onun sözlerinin Türkiye’ye geri dönmesi fikri beni derinden etkiledi. Kitap, büyükanneme bir saygı duruşu değil. Daha çok onun bana 14 yaşındayken anlattığı hikâyenin hayatımı nasıl şekillendirdiğiyle ilgili. Anlattıktan sonra kaçtım, döndüm sonra yine kaçtım ve en sonunda döndüm. Kitap kısmen Ermeni Soykırımı ve bunun üzerimdeki etkisiyle ilgili ama aynı zamanda birçok başka baskı biçimiyle, onlarla kurduğum bağlarla ve bir bilinç gelişimiyle ilgili: Ben nasıl bu insan oldum?
Yazma süreci nasıldı, aileyi ve kendi mücadelenizi yazmak zorlayıcı mıydı?
Çok zorlanmadım, uzun süredir uğraştığım meselelerdi. Lisansüstü eğitimim sırasında aynı zamanda dostlarım olan iki meslektaşım, otobiyografik yazılar yazmam gerektiğini söyledi. “Ne demek istiyorlar acaba?” diye düşündüm, çünkü o zamanlar otuzlu yaşlarımdaydım. Sözlü sınavımı geçtikten sonra partnerimle bir hafta sonu tatile çıktık. Orada “Sanırım haklılar” dedim ve başladım. Hikâye adeta kendi kendine aktı; sanki çıkmaya hazırdı. Bir de “okur ordum” dediğim; yazdıklarımı okuyup bana geri bildirim veren bir sürü insan… Bunlardan biri de kitabı yazmamı öneren kişilerden John Bracey’ydi. Her bölümü 24 saat içinde bitirir, beni arardı, ben de ofisine giderdim. Sonra bana kendi hayatından bahsederdi. O zaman anladım ki kitap işe yarıyor; insanları kendi hayatları hakkında düşündürtüyor.
Kitap Amerika'da nasıl karşılandı, Amerika'daki Ermeniler'den nasıl tepkiler aldınız?
Ermeniler nefret etti. Çünkü Ermeni toplumuna çok eleştirel yaklaşıyorum. Onların milliyetçiliğine, ırkçılığına, muhafazakârlığına, ataerkilliğine yönelik sert eleştirilerim var. Feministler de sevmedi çünkü feminist hareketi özellikle beyaz üstünlüğünü ve sınıfsallığı nedeniyle eleştiriyordum. En çok da beyaz üstünlüğü meselesine odaklanıyorum. Çünkü siyah hareketi benim politik bilince girişim oldu ve aynı zamanda Ermeni kimliğimi anlamamı sağladı. Ermeni olarak doğrudan yüzleşemediğim birçok şeyi siyah hareketi üzerinden görebildim.
Nasıl bir benzerlik kurdunuz?
Büyükannem soykırımda oğlu Ashot’u kurtarmıştı, ama bu hikâyeyle hiç duygusal bağ kuramamıştım. Ama kölelik üzerine bir ders dinlediğimde, köleleştirilmiş annelerden doğan çocukların genellikle ailelerinden koparıldığını, satıldığını öğrendim. Ağlamaya başladım, duramadım. Çok korkunç bir şeydi ama duramıyordum çünkü o anda aklıma Ashot geldi. Yani kendi hikâyemle doğrudan yüzleşememiştim, ancak siyah hareketi aracılığıyla o duygulara ulaşabildim.
Kitap yayınlandıktan sonra elinize aldığınızda ne hissettiniz?
Çok heyecanlıydım. Dünyanın dört bir yanından, özellikle Iraklı ve farklı ülkelerden Ermenilerden e-postalar aldım; çok güzel tepkiler geldi. Ama kurumlardan hiçbir yanıt alamadım. Ermeni örgütleri de sessiz kaldı. Ermeni Uluslararası Kadınlar Derneği (Armenian International Women’s Association) “Ermeni kadın kimliği” üzerine bir konferans düzenledi ama beni davet etmedi. Oysa kitabım, yayımlanmış ilk Ermeni-Amerikalı kadın anı kitabı. Gerçi çok da beklenmedik bir durum değildi. Çünkü Ermeni toplumu, özellikle Ermeni-Amerikan kurumları, oldukça milliyetçi ve ben onlara yönelik sert eleştirilerde bulunuyorum.
Bir kere daha Cumartesi Anneleri ile bir araya geldiniz… Anlatır mısınız biraz buluşmanızı?
Daha önce ilki 2009 ikincisi 2014’te olmak üzere iki kere Cumartesi Anneleri’yle bir araya geldim. İkincisinde Ermeni Soykırımı anması vardı. Amerika’daki törenler genelde “Topraklar geri alınmalı, tanınma sağlanmalı” söylemine odaklanıyor. Ama Taksim’deki anmada yerde büyük fotoğraflar ve karanfiller vardı. İnsanlar isimleri ve meslekleri okuyordu, ardından sessizlik… Yıkıcıydı, ağlamaktan konuşamadık. İlk kez gerçekten yas tuttuğumu hissettim. Ertesi Cumartesi yine Cumartesi Anneleri’ne gittim. Aynı fotoğrafları onların ellerinde de gördüm. “Bu inanılmaz” dedim. Sonraki yıl, 100. yılda, Ayşe Gül Altınay’ın düzenlediği “Curious Steps” yürüyüşüne katıldım. Birçok Ermeni vardı. Maside Ocak konuşmamı istedi, hazırlıksızdım ama içimden geldiği gibi konuştum. “Dedem iki kez kayboldu. Bir kez Osmanlılar tarafından, bir kez de inkâr yüzünden.” İnsanlar gelip sarıldı, çok güçlü bir andı. Son gelişimde ise dedemin bir fotoğrafını taşıdım. O fotoğrafla orada durmak tarifsizdi. Hiç bilmediğim bir geçmişle yüzleşmek gibiydi. “Soykırım olmasaydı hayatım nasıl olurdu?” diye düşündüm. Belki burada yaşardık, kim bilir?
"Büyükannem bu kitaptan nefret ederdi!"Kitaba döneyim tekrar. Büyükanneniz size bir hikâye miras bırakmış aslında. Sizce kitabınızı okusaydı ne düşünürdü?
Nefret ederdi! O gerçekten “aslan kadındı” ama aynı zamanda erkeklere boyun eğerdi. Bana kadın olarak güçlü olmayı, anlattığı hikâyeyle öğretti; ama davranışları tam tersiydi. Kendi oğluna, torununa, yani erkeklere hep ayrı bir saygı gösterirdi. Tabii ırk konularına dair eleştirilerimi düşünürsek ki o Amerika’daki ırkçılık meselesini hiç bilmezdi, eminim hoşuna gitmezdi. Mesela çocukken sıkça duyduğum bir Ermenice kelime vardı: “Sev Gandik.” “Sev” siyah demek; bu çok aşağılayıcı bir terim. Ben bu ifadeyle büyüdüm. Ailem tam anlamıyla Amerikanlaşmamıştı ama oradaki ırkçılık anlayışını benimsemişlerdi. O önyargıları bana da aktardılar. Annemse kitabı okudu ama hiç konuşmadı. Öldükten sonra eşyalarını toplarken fark ettim kitap yoktu, muhtemelen çöpe atmıştı. Lezbiyen olduğumu yazmamdan da hoşlanmadı, onun da nefret ettiğini düşünüyorum. Ama bizim ailede zaten hiçbir şey konuşulmazdı. Soykırım bile.
Bu kadar büyük meseleleri hiç konuşmadan büyümek nasıldı?
Büyürken normal geliyordu. Ailede nasılsa öyle kabul ediyorsun. Ama soykırımla bağ kurmaya başladığımda, büyükannemin anlattıklarını anlamaya çalıştığımda, konuyu öğrenmek istedim. Ve aileme dedim ki, "Bu konuda bir seminere gideceğim, bir atölyeye katılacağım." Annem hiç hoşlanmadı bundan. Babam ise zaten İranlı bir Ermeni’ydi, doğrudan bir “hayatta kalan” değildi. İkisi de konuşmak istemiyordu. Ama o zamana kadar zaten onlardan uzaklaşmıştım, “onlar böyle insanlar” diyordum sadece.
Amerika’daki durum nasıl?
Korkunç. Kimse ne olacağını bilmiyor, karanlık bir dönem. Ermeni toplumu ile artık çok az temasım var, ama genç ve ilerici Ermenilerle bağım sürüyor. Bazıları “Kitabın hayatımı değiştirdi” diyor. Tabii ki inanılmaz iyi hissediyorum bunu duyunca. Birkaç yıl önce “İnfidelities: Critical Armenian Studies” (Gayrısadıklar: Eleştirel Ermeni Çalışmaları) adlı bir konferans yapıldı. Pandemi döneminde her ay çevrimiçi buluştuk. Katılımcılar queer kimlikleriyle, milliyetçilik karşıtı duruşlarıyla çok ilham vericiydi. Ve dedim ki “İşte bu, benim parçası olmak istediğim Ermeni toplumu.” Gençlere bayılıyorum.
Yönetmen Agnes Varda'nın "Neşeli bir feminist olmak isterdim fakat çok öfkeliydim" sözünden hareketle sormak isterim. Siz nasıl bir feministsiniz?
Bu kitabı, feministler ve kadın çalışmaları topluluğu içinde bir tartışma başlatmak için yazdım. Çünkü bence, baskı biçimlerini birbirleriyle ilişkili olarak ele almazsan, kim olduğunu bilemezsin. Tarihini bilemezsin. Müfredatının sonuna siyah kadınlar hakkında bir kitap ekleyip oraya asla gelmiyorsan, yani ırkı toplumsal cinsiyet, sınıf ve cinsellik meselelerinin içine entegre etmiyorsan, aslında hiçbir şey bilmiyorsun. Kendini tanıdığını sanıyorsun ama eğer ABD’de beyaz bir insansan ve beyaz üstünlüğüne — hepimizin pay aldığı o sisteme — nasıl dahil olduğunu anlamıyorsan, o ayrıcalığın kör ettiği şeyi göremiyorsan, o zaman bilmiyorsun. Hep James Baldwin’i alıntılamayı severim; der ki, bu ülke kölelik meselesiyle hiçbir zaman gerçekten yüzleşmedi, oysa bütün ekonomimiz kölelik üzerine kurulu.İç Savaş’tan önce Güney Karolina, en fazla köleye sahip eyaletti ve dünyanın en zengin yeriydi. Bu, sindirmesi zor bir gerçek. Eğer kadın çalışmaları ya da feminist hareket bunu hesaba katmıyorsa, eksik kalır. Bilgin eksik olur, politikan eksik olur. Benim durduğum yer tam olarak burası. Bu yüzden kendimi birçok siyah feministle ve ırkçılık karşıtı beyaz feministle çok yakın hissediyorum. Şimdilerde bu sayının, benim çalıştığım yıllara göre çok daha fazla olduğunu da görüyorum.
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:91
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 09 Kasım 2025 13:41 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















