“Ahmet de ben de ‘ötekiler’den sayılıyorduk, aynı hamurdan geliyorduk” Agos
Agos sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, Ankara24.com duyuru yapıyor.
Ahmet Kaya’yı 16 Kasım’da kaybetmemizin üzerinden 25 yıl geçti. Sokakta, televizyonda, radyoda sesini duymadığımız gün yok. Neden vicdanımız susmuyor? Neden kimse unutamıyor gittiğini? İnadına her gün dinleyip, inadına daha çok seviyoruz onu. Sesi, bitmeyen bir hicran şarkısı yüreklerimizde. Yokluğunun 25. yılında eşi Gülten Kaya’nın yaralarını kanatmadan, anılarına dokunmaya çalıştık. Uzun süren bu sohbetimiz üç haftaya yayılacak.
Aileniz Dersim Ovacıklı, siz Erzincan Kemaliye’de doğdunuz, Elazığ’da okudunuz ve üniversite okumak için İstanbul’a göç ettiniz. Ahmet Kaya’nın ailesinin tarihi de göçlerle dolu. Annesi Erzurumlu, babası Adıyamanlı, kendi Malatya doğumlu ve gençliğinde İstanbul’da. İki ailenin de göç haritası hayli yoğun. Geleneksel ve kültürel farklılıklar evliliğinizi ve ailenizi nasıl etkiledi?
Bizimki özel bir örnek. Kürt ve taşralı taraflarımızda ortaklık var. Birbirine çok yakın iki şehirde büyüdük. Ben Elazığ'da, o Malatya'da büyüdü. Dolayısıyla kültür aşağı yukarı aynı. Bu coğrafyada yaşayan ve izlerini bırakmış başka halklar var ve biz onlarla o topraklarda tanıştık. Mesela ben Elazığ'da, eşim Malatya'da Ermenilerle kapı komşuluğu yaptık. Aynı müzikler dinleyip, aynı yemekleri yapıp, aynı esprilere güldük.
Ahmet ve benim çok ortak yanımız vardı. İlk olarak aynı kültüre sahiptik. İkinci ve en güçlü ortak noktamız ‘öteki’lerden sayılmamızdı.
Bizler sınıfsal olarak işçi sınıfıydık. Yani kimlik aidiyeti olarak da ötekiydik. Bu da bizde bir ortaklık oluşturuyordu. Dışarıdakilerin bakışıyla öteki olma hali bizi birleştiriyordu.
Aslında bence beraberliğimizin yapı taşlarını bunlar oluşturuyordu. Birbirimizi çok tanımak zorunda kalmadık. Geldiğimiz yerlere, yaşadığımız şeylere bakıyorum. Aynı kuşak, aynı şeylerden etkilenmişiz. Darbeler, mesela 60 darbesinde çocukmuşuz, 70 darbesinde ergenmişiz, 80 darbesinde gençmişiz gibi. O süreçlerden ikimiz de geçmişiz. Bu paralellikler beraberlikte hakikaten bir hamur, bir altyapı oluşturuyor.
Sanat, kültür meselesi de aynı. Edebiyat seviyor olmak, şiir seviyor olmak, müziğin her türüne yakın olmak ve müziğin her türüyle kulaklarımızın dolu olması ve bundan beslenmiş olmamız bizi daha çok birleştirdi.
Diyelim ki o Malatya’da büyümüş bir çocuk olarak Arguvan türkülerine kulağı yatkın, benim Elazığ'da da büyümüş bir çocuk olarak Harpert türkülerine kulağım yatkın. Benim de onun gibi Arguvan türkülerinden, onun da benim gibi Harpert türkülerinden etkilendiğini görüyorduk. Bunlar beraberliklerde kendiliğinden bir altyapı oluşturuyor.
Gençliğinizde abiniz Yusuf Hayaloğlu evde şarkı söyler miydi?
Benim hatırladığım bütün çocukluğumuz ve gençliğimiz boyunca abim müzikle hep ilgiliydi. Ben galiba ortaokuldaydım ablam ona hediye olarak elektrogitar aldığında. O sırada abim Haydarpaşa Lisesi'nde yatılı okuyordu. O zamanlar Haydarpaşa Lisesinde İngilizce eğitim alıyorlardı. Evin içinde hep İngilizce şarkılar söylediğini hatırlıyorum.
Annem Ali Ekber Çiçek plakları dinlerdi. Yani o kadar o çok kültürlülükle beslenmişiz ki.
Ana dil evde az da olsa konuşuluyordu. Ana dilimizde bir şeyler dinliyorduk. Bazen annem veya babam Kürtçe türküler mırıldanıyordu. Hakeza Ahmet'in ailesine bakıyorum, onda da öyle. Babasının okuduğu Kürkçe türküler Ahmet'in hep kulaklarındaydı. ‘Babam şunu çok severdi, babam bunu çok okurdu’ diyordu.
Ahmet babasının annesine çok aşık olduğunu söylerdi. Bir keresinde annesi uzun bir seyahate Almanya'ya kızlarının yanına gittiğinde, babası pencerenin önünde oturup Kürtçe türküler söylemiş.
Ahmet Kaya Malatya’da müzikle uğraşan Ermeni bir ailenin yanında çalışmış değil mi?
Evet, ergen yaşlarında Malatya'da Ermeni bir ailenin plakçı dükkanında çalışıyor. Ermeni ahbaplarının dükkanı. Oradaki müzikler, oraya gelenler gidenler, onların yaptığı müzik tercihleri de onu biraz etkiliyor.
Galiba birini maça götürmüştü sırtında?
Evet, evet. Onu çok seviyordu. Jülyet ablanın oğlu Edvard'ı götürmüş.
İstanbul'da da buldular birbirlerini. Ben de tanıştım. Sana anlattığım aile bu deyip tanıştırmıştı. Epey birbirimize gidip geldik. Sonra bağlarımız koptu biraz. Taşındık.
Şimdi mesela bizim elbiselerimizi diken Mari teyzeyi hatırlamak istiyorum.
Elazığ’da kilisenin içerisinde oturuyorlardı. Kilise bizim eve çok yakındı. O bizim için adres noktasıydı. ‘Kiliseyi geçince sola dön’, sonra bilmem ne falan diye anlatır, kilise üzerinden tarif yapardık. Mari teyze elbiselerimizi diken terzimizdi. Hatta bir sene ailem yaz tatilinde ablamı Mari teyzenin yanına dikiş öğrensin diye yollamıştı.
Aslında eşiniz ve siz muhalif kimlikler olarak yetişiyorsunuz. Sizin cezaevine girişiniz çok genç yaşta, hakeza Ahmet Kaya’nın pankart yüzünden cezaevine girişi yaşı 16. İkiniz de cezaevi hayatını biliyordunuz. Hiç ortak zamanda içerde bulundunuz mu?
Hayır, bulunmadık.
Peki, Ahmet Kaya ile ilk tanışmanız nasıl oldu? Selda Bağcan'ın kardeşinin stüdyosunda tanışmışsınız herhalde. Tanışmanıza Selda Hanım mı vesile oldu?
Selda Bağcan cezaevine geldi, tutuklanmıştı. 60 gün kadar koğuş arkadaşlığı yaptık. Onu bir şeye karıştırmıyorduk. Biz cezaevinde de olsa örgütlü kızlardık, belli siyasi yapıları temsil ediyor, cezaevinde de örgütlü yaşıyorduk. Meselâ açlık grevi kararı aldığımızda veya bir eylem yaptığımızda Selda'yı çok sokmazdık böyle işlere. Arkadaşlığımız böyle başladı Selda'yla. Ben tahliye olduğumda da arkadaşlığımız devam etti.
Cezaevinden çıktım, aradan birkaç yıl geçti, hayata tekrar başlamam gerekiyordu. Okulum, hayatım yarım kalmıştı. Neresinden tutacağım, nasıl başlayacağım bilemiyordum. Derken Tünel’de Selda’nın ağabeyinin stüdyosunda Selda’yla beraber çalışmaya başladık.
Ahmet birinci albümü ‘Ağlama Bebeğim’i o stüdyoda kaydetmiş meğerse. Ben Ahmet'i hiç tanımıyorum. Bir arkadaşım bana, ‘sen içerdeyken böyle biri çıktı dinle’ dedi.
Burada parantez açmak istiyorum. Benim eşim daha sürgün yaşamadan, gerçekten sürgün şarkıları yazmıştı. Kürt edebiyatçı Mehmet Uzun vardı. İsveç'te uzun yıllar sürgündü. Ahmet, Mehmet’in ilk İstanbul’a gelişinde demiş ki, ‘İnsan hayatında üç kere çocuk olur. Birisi kendi çocukluğudur. İkincisi sürgüne gittiğinde çocuk olur. Üçüncüsü de sürgünden döndüğünde çocuk olur’. ‘Sen’ demiş Mehmet’e ‘Şimdi yine bir çocuksun ve ben senin elinden tutup sana tekrar bu aradan geçen yıllardaki değişen hayatı öğretip, göstereceğim.’

Dönelim tanışmanıza.
Ben de ilk albümü dinledim. Sabahattin Ali besteleri, Ahmet Arif şiirleri filan. İlginç geldi. Albümün repertuarı da o yıllara göre cesurcaydı. Ahmet Kaya diye birisi vardı yani. Kapakta da ilustrasyon halinde bir fotoğrafı vardı. Üniversiteli bir genç profili gibi gözüküyordu.
Stüdyoda çalışırken Selda'ya ‘Ahmet Kaya diye birisini dinledim, iyi bir albüm’ dedim. ‘Aaa evet evet biliyorum, burada yaptık kaydını’ dedi. Başka bir şey konuşmadık.
Bir gün stüdyodayız, kapı çalındı. Ben açtım. Ahmet karşımda, ama ben bilmiyorum o olduğunu. Randevusu varmış Selda'yla.
‘Şurası onun odası’ dedim, ben de odama gittim. Sonra Selda geldi ‘Gel seni tanıştıracağım’ dedi.
Gittim. ‘O çok beğendiğin sanatçı var ya, Ahmet Kaya’ dedi.
İçimden; ‘Çok beğendiğim ne ya? İyi bir albüm demiştim’ diye düşünüp Selda’ya çok kızdım. Öylece tanışmış olduk.
O sırada da ikinci albümün repertuar hazırlığı vardı. Onunla ilgili görüşmelerle birlikte arkadaşlığımız, dostluğumuz ve aşk başladı.

Peki Yusuf Bey'le Ahmet Bey'in arkadaşlığı ne zaman başladı?
Şimdi Agos okurlarını biraz güldüreyim en iyisi. Zaten çok ağır zamanlardan geçiyoruz.
Benim Yusuf abim bana ‘Ya sen ne güzel genç kızsın. Ne bu politik şeylerle uğraşıyorsun. Hiçbir tane sevgilin bile yok. Aptal mısın? İnsanın sevgilisi olur’ filan der dururdu.
Biz de Ahmet'le biraz yol aldıktan sonra dedim ki ‘Tamam, şimdi seni artık abimle tanıştırabilirim’ Aslında bütün meselem abime; ‘Ha aptal mıymışım bak sevgilim var’ diyebilmekti.
Ailemden ilk abimle tanıştırdım Ahmet'i. Bunlar biraraya gelip, bir sohbete daldılar. Sanki kırk yıldır tanışıyorlarmış gibiydiler.
Yusuf Hayaloğlu şiirleri nasıl Ahmet Kaya şarkılarıyla birleşti?
Ahmet’e ailemi anlatırken ‘şiiri çok severiz, abim çok iyi şiirler yazar, yarışmalarda dereceleri vardır’ diye anlatmıştım.
Abimin şiirlerine ulaşmak zordu. Onun şiirlerine ulaşmamız ve beslenmeye başlamamız hemen olmadı. Önce onu ikna etti. Abimin son 10 yılda yazdıklarını ben de çok bilmiyordum. Onun hep külliyatları vardı. Defterlerine el yazısıyla yazardı şiirlerini.
Bir yerde oturuyorduk. Abim ‘Hani benim gençliğim’ şiirini gösterdi Ahmet’e. Ahmet çok sarsıldı, çok etkilendi. ‘Hemen eve gidiyoruz’ dedi. Hızlıca eve döndük ve hemen çalışmaya başladı.
Ondan sonra artık şey demeye başladı. ‘Hadi hoca dök şu külliyatını bakalım, aç çıkınını bakalım ne var’. Giderek ortak üretim süreci başladı.
Baktığımızda muazzam bir arkadaşlıkları görünüyor.
Evet, evet. İşte o yine ortak kültürün çocukları olmaları çok önem kazanıyor burda.
Evleneceğiniz ailenize söylediğinizde tepkileri nasıl oldu?
Benim evleneceğime ailemden hiç kimse inanmıyordu. Yani ‘Bu anarşik evlenmez’ diyorlardı. Anne olacağım zaman da inanmadılar, evlendiğim zaman da inanmadılar...
Bizim evlenmemiz de biraz zaman aldı. Çünkü küçük küçük artık, konserlere filan gidip geliyoruz. Böyle bir şeye vaktimiz de yok. Ama tabii şimdi farkındayız aileleri üzmemek adına bile olsa evlenmemiz gerekiyor.
‘Eee tamam evlenelim ama vaktimiz yok’ dedik. Prosedür var. Nikah günü alınacak, o yapılacak, bu yapılacak... Ailem ‘Biz hallederiz, uğraşmanıza gerek yok’ dedi. ‘Peki halledin o zaman’ dedik. Bir gün bize telefon açıp, ‘şu gün nikahınız var’ dediler. ‘Nerede?’ dedik, ‘İzmit'te ablanın evinde, nikah memuru eve gelecek, bir yere gitmek zorunda bile kalmayacaksınız. Merak etmeyin’ dediler. Tamam o zaman, olur dedik. İkimiz blucin, gömlek İzmit’e gittik.
Annem dedi ki ‘Kızım ya nikahınız kıyılıyor, insan en azından düzgün giyinir’ dedi. Baktım üzülüyor kadın, çarşıya gidip kendime beyaz pantolon, ceket aldım. Ahmet'e de pantolon alamadım ama bir beyaz gömlek aldım. En azından imza atarken masanın üstünden temiz ve düzgün görünelim diye. Masada Ahmet'in ayağında yine kendi blucini vardı. Annemi mutlu ettik işte. Neyse ki o kadarına da razıydı kadın. Yeter ki Gülten evlensin yani...
Eskiden bütün evlerin duvarında çerçeveli gelin damat resimleri olurdu. Kızımız Melis bize ‘Sizin neden gelin, damat fotoğrafınız yok? demeye başladı. Ahmet de ‘biz de gidelim gelinlik kiralayalım fotoğraf çektirelim. Çocuğu mutlu edelim, üzülmesin' dedi, Ben de ‘Yok artık o kadar da saçmalayamayız yani’ demiştim.
HAFTAYA: EV HALLERİ
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:67
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 16 Kasım 2025 10:38 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















