Âh şu bizim polemik müptelâları! Serdar Tuncer
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, Ankara24.com bilgi veriyor.
Polemikten hoşlanmıyorum. Sözle yahut yazıyla, yüz yüze veya sosyal medyada ne zaman birisiyle bir polemiğe girsem kendimi kirlenmiş hissediyorum, kalbim daralıyor. Haklı da olsam haksız da polemiği kazansam da kaybetsem de netice değişmiyor. Büyük bir günahın arkasından gelen iç sıkıntısına benzer bir huzursuzlukla baş başa buluyorum kendimi, utanıyorum. Fakat bazı insanlar böyle değil; vahşi bir keyif alıyorlar polemikten, tartışma devam ettikçe iştahları artıyor, kavga şiddetlendikçe kendilerinden geçiyorlar, aldıkları her darbeyle içlerinden daha büyük bir canavar çıkıyor, vurdukları her darbeyle içlerindeki canavara karşısındakinin kanını, zalim kahkahalar eşliğinde kelimelerce ikram ediyorlar. Şaşırıyorum ve üzülüyorum. Zira içlerinde tanıdığım, bildiğim, bir zamanlar sevdiğim, paçayı bu şehvetten bir kurtarabilseler insanlara çok hizmet edebileceğine inandığım kimseler de var. Şehvet deyişim öylesine değil. Polemiğin nasıl bir tadı varsa, nefse nasıl hoş geliyorsa artık; ortada kişi ya da mevzu yoksa huzursuzlanıyorlar, bir bahane çıksa da saldırsam diye tetikte bekliyorlar, birilerini meydana çekmek için tahrik ediyorlar, kimseyi bulamazlarsa, adi çapkınların rast gitmeyen bir akşamın eve dönüşünde namuslu bir kadına sarkmasına benzer bir denâetle, durduğu yerde adam gibi duran masum kimselere laf atıyorlar. Şehvet nedir bu değilse!
Yazının burasına gelince aklıma bir söz geldi ve bir şeyi de merak ettim, durdum. Aklıma gelen söz babamdan: “Dostuna kendini anlatma derdini anlat! Düşmanına derdini anlatma kendini anlat!” Baktım ki derdim ve kendim yazıda birbirine bend olmuş, durdum. Yazıyı dost da okuyor düşman da. Merak ettiğim ise polemik kelimesinin etimolojisi. Fransızca ‘polemique’ kelimesinden alıntı imiş. Söz kavgası, tartışma demekmiş. Eski Yunanca polemikos kelimesinden geçmiş Fransızcaya. Polemikos da savaşçı, savaşmayı seven demekmiş. Bunu öğrenince geri dönüp ilk paragrafı tebessümle okudum. Kan, canavar, kavga, darbe, şehvet… Boşuna değilmiş meğer. Yazarınızın kalbine azıcık itimadınız olsun yahu! Hiç olmazsa bundan sonra.
Latife bir yana bizim tasavvurumuzda polemik yok. Cedel var, münâzara var, hatta münâkaşa ve muâraza var, aramızda kalacaksa münâzaa bile var ama ‘polemik’ yok! Cedel, bir düşüncedeki çelişkileri tartışarak gösterme sanatı. Batıdaki karşılığı diyalektik. Münâzara, belirli kurallar çerçevesinde yapılan seviyeli tartışma. Münâkaşa, münâzaranın kuralsızı. Muâraza, münâzaranın uzak akrabası. Münâzaa da ağız kavgası demek. Yazının burasına gelince yine durdum. Zira gavurun kelimesini didik didik edip bizimkilerin kökenine inmemek hiç âdilâne olmazdı.
Cedel: ipi sağlamca bükmek, burmak, birini sert bir yere düşürmek. Münâzara: karşılıklı bakışmak, birlikte düşünmek. Münâkaşa: nakşetme, boyama. Muâraza: yoluna çıkma, karşı gelme, engel koyma. Münâzaa: yırtma, koparma, sökme. Biz başkayız yâhu! En hakikatlisinden en alelâdesine varana değin hepsinin kökenine indik de yine savaşmaya denk düşen bir şey bulamadık. Ah bir de biz olabilsek!
Yazımıza konu olan ‘polemique’ye bizdeki en denk düşecek olan kelime sanırım münâkaşa. Cedelin asaletine, münâzaranın vakarına halel gelmesin için böyle söylüyorsun diye münâkaşa etme derdine düşenlerle işbu yazıda polemiğe girmeyeceğimi beyan etmek isterim. İmdi soru şudur: Bizim tasavvurumuzda, münâkaşanın bir adabı var mı? Elbette ve katiyen ve dahi hem de nasıl! Dedim ve yine durdum. Çünkü münâkaşa kelimesi mahzun oldu gibi hissettim; ‘benim hukukumu niçin muhafaza etmezsin bre gafil müellif’ diyerek. Tartışma diyelim, biz en iyisi.
Kudemâ Hazerâtı buyurmuşlar ki: “Tartışan kimse gerçeği aramada kaybettiği şeyi arar gibi olmalıdır. Kaybını kendisi veya karşısındakinin bulması arasında fark görmemelidir.” Bu ölçü yeter de artar bile ama İmam-ı Gazali hazretleriyle devam edelim:
Tartışma halk içinde değil tenha bir yerde yapılmalıdır. (Twitter tenha bir yer değildir!) Mevzu hak ise tartışmak farz-ı kifayedir. Ancak farz-ı ayn borcu varken farz-ı kifaye ile uğraşan yalancıdır. Mevzubahis edilen tartışmadan daha önemli bir farz-ı kifaye varsa tartışmak günahtır.
Tartışmanın pek çok zararı vardır: Kişi, alt etme arzusuyla karşı tarafın doğru söylediğini bilmesine rağmen gerçeği kabullenmeyip reddedebilir, bu hakkı küçük görmektir. Tartışmada insan rakibinin hatalarını gözetir, halkın övgüsünü bekler, şan şöhret isteğine kapılır, yenildiği zaman öfkelenir; bu kibir ve gösteriştir. Tartışılan kişinin hataları ondan ayrıldıktan sonra dahi başkalarına anlatılmaya devam edilebilir, bu dedikodudur. Kişi kusurunu kabul etmeyip kendisini ve söylediklerini övebilir, bu hatadır. Çünkü doğru sözlerin en çirkini kişinin kendisini övmesidir. İnsan tartıştığı kişiye saygılı ve dostane yaklaşırken içten içe kin ve nefret duyabilir, bu münafıklıktır.
Devam edeyim mi yoksa sosyal medyada sudan sebeplerle birbirimizi yerden yere vurmanın ahmakça bir abesle iştigal olduğunu anlamamız için bu kadarı kâfi gelir mi?
Bu konudaki diğer haberler:
Görüntülenme:90
Bu haber kaynaktan arşivlenmiştir 14 Ekim 2025 04:03 kaynağından arşivlendi



Giriş yap
Haberler
Türkiye'de Hava durumu
Türkiye'de Manyetik fırtınalar
Türkiye'de Namaz vakti
Türkiye'de Değerli metaller
Türkiye'de Döviz çevirici
Türkiye'de Kredi hesaplayıcı
Türkiye'de Kripto para
Türkiye'de Burçlar
Türkiye'de Soru - Cevap
İnternet hızını test et
Türkiye Radyosu
Türkiye televizyonu
Hakkımızda








En çok okunanlar



















